Demokratik Toplum Partisi (DTP) oluşturduğu konvoyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu günlerdir il il, ilçe ilçe dolaşıyor.
Gövde gösterisine ve meydan okumaya dönüştürülen gezinin amacı, DTP'lilerin ifadesine göre, hem 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin startını vermek, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri'ni protesto etmek. Hangi konuda? "PKK'ya karşı yürütülen yurt içindeki ve sınır ötesi operasyonları protesto!"
DTP konvoyu tüm duraklarda Öcalan sloganları ve posterleriyle, PKK bayraklarıyla karşılanıyor.
DTP Eşbaşkanı Emine Ayna her durakta birbirinden tehlikeli, adeta ateşe benzin döken konuşmalar yapıyor.
PKK'nın kuruluş yıldönümünü kutluyor.
AK Parti'nin Doğulu ve Güneydoğulu milletvekillerini "Sözde Kürtler" diye tanımlıyor. Hatta aşağılıyor, halka hedef gösteriyor.
"Şu anda (Türkler'le) kardeş değiliz" diyor.
"Bu seçimin ya barış ya savaş seçimi olacağını" söylüyor. "Ya barışa, ya savaşa oy vereceksiniz. DTP dışındaki partilere verilecek oylar savaşa verilmiş oylar olacak" diye ekliyor.
Ne demek bu? Doğu ve Güneydoğu halkı DTP'ye oy vermezse terör eylemleri mi tırmandırılacak? Biliyoruz, Emine Ayna onu kastetmediğini iddia edecek. Ama Öcalan'ın geçen hafta avukatlarına söylediği, onların da PKK siteleri aracılığıyla malum odaklara yetiştirdikleri açıklama ortada: "Şu an genel bir ayaklanma hali var. Bu durum baharla birlikte fırtınaya dönüşebilir."
İlkbahar, yerel seçimlerden hemen sonra başlayacak. Yani, "İmralı mesajı"nda hem Kürtler tehdit ediliyor, hem Ankara, hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Avrupa'nın uyarıları boşuna
DTP'liler her durakta daha da körükledikleri bu ateşi, Avrupa Parlamentosu heyetinin Ankara ziyaretinden hemen sonra yaktılar.
O heyete başkanlık eden Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Hannes Swoboda'nın kendilerine "Kürt sorunu ile terörizm arasında çok net ve kesin çizgi çekin. Halkınız için somut işler yapın. Öcalan ile aranıza mesafe koyun" uyarısının ardından. Adeta kör gözün parmağına. DTP'nin PKK'nın siyasi uzantısı veya kolu olduğunu göstermek için. DTP'nin Öcalan'ın asla emrinden dışarı çık(a)mayacağını Avrupalılar'ın da anlamaları ve kabullenmeleri için.
Uzun sözün kısası, DTP'liler gemileri yaktılar. Başbakan Erdoğan'ı "Gerilimden medet ummak"la suçluyorlar ama kendileri gerilimi bilinçli ve kasıtlı olarak sürekli tırmandırıyorlar. Zaten gizlemiyorlar da: "Siz bizi yok sayarken, ölümü dayatırken sessiz mi kalalım? Bunlar Başbakan Erdoğan'ı gerecekse, biz de germeye devam edeceğiz." (Tabii Emine Ayna'nın konuşmalarından biri.)
Kim yok sayılıyor? Kime kim, ne zaman ölüm dayatmış? Bir siyasi partinin lideri, toplumsal sağduyu için çaba harcaması gereken bir genel başkan veya eşbaşkan, bu kadar provokatif olabilir mi?
Provokasyonun hedefini de biliyoruz: Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davası. O davanın mahkûmiyetle sonuçlanması ve DTP'ye kilit vurulması için ellerinden geleni yapıyorlar.
Hem de bu kararın 29 Mart yerel seçimlerinden önce çıkması için adeta çırpınıp duruyorlar.
Böylece hesaplarına göre, Doğu ve Güneydoğu halkı, "Kendi temsilcilerini seçme hakkından yoksun bırakılmış olacak!"
Yine böylece, akıllarınca Kürt sorununun siyasi zeminde çözümü umutları tükenecek. Ya da siyaseten çözüm yolu açık tutulursa, DTP artık olmayacağına göre, tek muhatap kalacak: PKK. Ve de onun başı Öcalan. Zaten o da avukatlarının her ziyaretinde bunları söylüyor: "Eninde sonunda buraya gelip benimle görüşecekler!"
Sürmekte olan davayı etkilemeye asla niyetimiz ve hakkımız yok. Sadece kişisel görüşümüzü veya beklentimizi seslendirebiliriz: Her şeye rağmen, umarız, DTP kapatılmaz ve 29 Mart'taki demokratik yarışa katılmak zorunda kalır.
Daha doğrusu, bunca tahrike rağmen keşke DTP kapatılmasa diyoruz.
Bu sinsi oyunu bozmak için. Demokrasimizin artık en ağır tahriklere, en tehlikeli hesaplara bile tahammül edebilecek olgunluğa ulaştığını göstermek için...