Niyetimiz ne bir "Belgesel"in son günlerde epeyce yoğunlaşan polemiğine bulaşmak, ne de yenilerine esin kaynağı olmak.
Biz yalnızca o büyükler büyüğü insanın, 20'nci yüzyılda yazdığı destanı 21'inci yüzyılda da zerrece örselenmeden kitlelere yol göstermeye devam eden o olağandışı kahramanın iki adından birini, "Mustafa"yı bırakıp "Kemal"le yetindiği dönemden (1926'dan itibaren) bir kesiti aktarmak istiyoruz; hepsi bu.
Atatürk'ü hayata bağlayan pamuk ipliklerinin birer birer koptuğu 9 Kasım 1938'i 10 Kasım'a bağlayan gece Avrupa'nın göbeğinde travması bugün bile beyinleri tutsak alan bir trajedi yaşandı: "Reichkristallnacht", yani "Kristal Gece".
Hitler'in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in kışkırttığı SA, SS, Hitler Gençliği gibi Nazi Partisi'nin denetimindeki "Zinde güçler", o gece sözcüklerin yetersiz kaldığı bir "Pogrom"a, yani Yahudi linçine giriştiler. Almanya genelinde 250'yi aşkın sinagog yıkıldı, Yahudiler'e ait 7.500 işyeri ve fabrika yerle bir edildi, 91 Yahudi öldürüldü, bu bilançoya daha sonra aldıkları yaralardan can veren veya intihar eden yüzlerce Yahudi daha eklendi ve 30 bini de toplama kamplarına gönderildi. 9 Kasım'ı 10 Kasım 1938'e bağlayan gece Hitler Almanyası'nın Yahudi soykırımının işaret fişeğinin ateşlendiği tarih oldu. Kırılan, yağmalanan binlerce vitrinin soğuk sonbahar gecesinde yansıttığı dehşet yüklü ışıklardan ötürü, bu "Pogrom"a "Kristal Gece" adı verildi.
Ertesi sabah Türkiye, "Ebedi Şef"in ebediyete göç ettiği haberiyle sarsılırken, Avrupa da "Kristal Gece"nin dehşetiyle uyandı.
Selanik, Trakya ve sonrası
Berlin'den başlayıp orman yangını gibi hızla tüm Almanya'ya yayılan "Pogrom", Hitler ve arkadaşlarının Yahudiler'i imha niyetinin ilk uygulaması değildi. Planı önce Almanya dışında test ettiler. Pilot bölge olarak Balkanlar'ı seçtiler. 1931'in son aylarında bir gün Selanik'in Yahudi mahallelerinden gökyüzüne alevler yükseldi. O tarihte Hitler merkez sağ hükümeti dışardan destekliyordu ama önlenemez yükselişi Alman bürokrasisini dönüştürmeye başlamıştı. Selanik'teki olayların ardında Almanya'nın Atina büyükelçisi ile Selanik başkonsolosu vardı.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin anne tarafından ataları olan ve Osmanlı yurttaşı kimliğiyle doğan Benedict ve Ascher Mallah, binlerce soydaşlarıyla birlikte Selanik'te etnik temizliğe yol açan bu "Pogrom" sonrası can havliyle Fransa'ya kapağı attılar. (Kalan Museviler de 1943'te toplama kamplarına gönderildiler.) Şimdi Sarkozy, "Ben bir Macar göçmeninin oğlu, Selanik'te doğan bir Yunanlı'nın torunuyum" diyor. Neredeyse atalarının kemiklerini sızlatma pahasına OsmanlıTürk geçmişini inkâr ederek.
Bu coğrafyada Yahudiler'i hedef alan "Pogrom"un ikinci sahnesi ise Trakya'da denendi. 1934'te. Edirne Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olan Nihat Atsız ile o dönemde Turancı akımın beyin kadrosundan Rıfat Atılhan'ın ektikleri kin tohumlarıyla. Hitler'in sınırın öte yakasındaki Selanik'te ve bu yakasındaki İstanbul'da görevli sözde diplomatlarının o tohumları sulamalarıyla.
Gerçi birkaç yüz Yahudi ailesi panikleyip İstanbul'a sığındı ama o olaylar Atatürk'ün hemen duruma el koyması sayesinde hiçbir can kaybına yol açmadan söndürüldü.
Dahası Atatürk, bu fitne sonucu Balkanlar'da Naziler'e karşı bir duvar örmek amacıyla Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ile ittifak arayışına girdi. Balkan Paktı böyle doğdu.
O kadarla yetinmedi; Almanya'dan ayrılmak isteyen, daha doğrusu canını kurtarmak için güvenilir liman arayan Yahudi akademisyenleri, bilim adamlarını Türkiye'ye davet etme politikasını daha kararlılıkla uygulamaya başladı. İstanbul Üniversitesi'nin sınırların çok ötesine uzanan saygınlığını, işte o politikalara borçluyuz.
Bir ayrıntı daha: Yirminci yüzyılın ilk onyıllarının ünlü gazetecilerinden Emil Ludwig, 1935'te "Berliner Tageblatt" gazetesinin İstanbul muhabiri olarak görev yaparken bir sohbette Atatürk'e, Mussolini'nin ona duyduğu hayranlıktan söz etmeye kalktı. Öfkeyle yerinden fırladı Atatürk: "Hangi cüretle beni o sırtlanla aynı kefeye koymaya kalkabilirsin!"
Mustafa'yı bilmeyiz ama Kemal öyle bir adam gibi adamdı.