Geçen yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun kararıyla ilan edilen "15 Eylül Dünya Demokrasi Günü"nün ilk kutlamasının hemen ertesi günü demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan Demokratik Toplum Partisi (DTP), Anayasa Mahkemesi'nde sözlü savunmasını yapacak.
DTP'nin durumu aslında Kürt siyasetçilerin dramatik ikilemini yansıtıyor.
Ya PKK icazetiyle partileşip İmralı'nın belirlediği çerçevede politikalar üretmeye veya izlemeye zorlanıyorlar. Öcalan eksenli bu çizgi sonunda kaçınılmaz olarak kapatılmaya götürüyor.
Ya da PKK'dan bağımsız, hatta Öcalan'a tepki olarak ortaya çıkıyorlar. Ancak bu kez de hem PKK'nın baskıları hem de federasyon, bağımsızlık gibi irreel talepleri/programları nedeniyle marjinal oluşumlar olarak kalıyorlar.
Bu ikilemi sadece Halkın Emek Partisi (HEP) aşabilmişti. PKK'nın dışında, dahası Öcalan'a rağmen kurulmuş sosyalist bir partiydi. Kurucuları arasında hem Türkler vardı, hem de Kürtler. Programında Kürt sorununun Kürt kimliğinin tanınması, anadilde eğitim ve yayın hakkının sağlanmasıyla çözülebileceğini savunuyordu. İyice tırmanışa geçen PKK terörünün zehirlediği konjonktürün de etkisiyle 1993'te kapatıldı. Çok sonra, 2002'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kararı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki "Örgütlenme hakkı"nın ihlali olarak gördü ve bozdu. Ama iş işten geçmişti.
HEP kapatılmasaydı Türkiye bugün çok farklı bir noktada bulunabilirdi. Asgari talepleri kabul edilmiş, hakları tanınmış Kürt halkı PKK'nın yaşam alanlarını kurutmuş olabilirdi. Terörle mücadelede harcanan kaynaklar da bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınması için değerlendirilebilirdi. Yazık oldu.
Kaderin cilvesi; 1993'teki kapatma davasında Anayasa Mahkemesi'nde HEP adına sözlü savunma yapan Ahmet Türk, 15 yıl sonra bugün bu kez DTP Genel Başkanı (Veya onların tanımıyla "Eşbaşkanı") olarak bir kez daha aynı görevi üstlenecek.
Hukukçulara siyasi mesajlar
DTP'liler yazılı savunmayı "Hukuki" temelde yaptıklarını, sözlü savunmayı ise "Siyasi" zemine oturtacaklarını belirtiyorlar. Yani? Kürt sorunu, çözüm yolları ve bu konuda DTP'nin misyonunu öne çıkaracaklar:
* "DTP'yi kapatmak, Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrardır. DTP sorunların çözümünü parlamentoda arayan bir partidir. Kürtler'in meşru taleplerini dile getiren, Meclis'i bir çözüm yeri olarak gören bir partiyi kapatmak, çözümsüzlüğe ve farklı yollara kapı aralar " gibi... ("Farklı yollar" ifadesiyle "Kürt sorununun şiddet ortamına sürüklenmesi"ni kastediyorlar.)
* "DTP, Kürt sorununu bir terör sorunu olarak değil, bir halkın kimlik, kültürel haklarının tanınması ve özgürlük sorunu olarak görmektedir. Çözüm için de tek etkili yol diyalogdur" gibi...
* "Kürt sorununa ilişkin önerilen politikalar, Türkiye'nin demokratikleşmesine ilişkin üretilen tüm siyasal projelerin mihenk taşıdır. Bu konuya dair DTP'nin dışında barışçıl ve demokratik çözümü savunan bir parti bulunmamaktadır. DTP'yi kapatmak, Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde göstermelik olmayan her türlü girişime set çekmek anlamına gelecektir" gibi...
Ancak sorun şu: Anayasa Mahkemesi siyasi değil hukuki bir karar verecek. Bu kararını da somut delillerin varlığına veya yokluğuna dayandıracak.
Karar ne yönde olursa olsun, DTP'nin sözlü savunması siyasi tarihe bir not düşmekten öteye geçmeyecek.
Üstelik bu notun (Yoksa "Dipnot" demek mi daha doğru olur) önemseneceği de hayli kuşkulu: Baksanıza AB çevreleri bile DTP davasında alışılmamış bir sessizliğe gömüldüler. "Biz zamanında uyarmıştık" havasındalar. Haksız sayılmazlar: AB üyelerinin Ankara'daki büyükelçilerinin DTP'lilere "PKK ve Öcalan ile aranıza mesafe koyun" uyarılarını tekrarlamaktan dillerinde tüy bitti.
Onlar da her defasında aynı gerekçeye sığındılar: "Dayandığımız taban aynı. İllerde, ilçelerde yöneticilerimizin çocukları dağda, PKK saflarındalar. Nasıl mesafe koyabiliriz?"
Dedik ya; Kürt siyasetçilerin dramatik ikilemi bu. Keşke HEP mucizesini tekrarlayacak kadrolar ortaya çıksa...