Ankara'da günün konusu Başbakan Erdoğan'ın başkanlığındaki "Güvenlik değerlendirme toplantısı" olacak. İsterseniz alışılmış adıyla "Terörle mücadele zirvesi" de diyebilirsiniz.
Toplantının katılımcıları gündem maddeleri için yeterince fikir veriyor: Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Coşaner, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Atilla Işık, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal, MİT Müsteşarı Emre Taner, güvenlikten sorumlu bakanlar (Cemil Çiçek, Beşir Atalay, Mehmet Ali Şahin gibi). Bu tablo, öncelikle terörle mücadelenin istihbarat ve askeri cephelerinde gelinen noktanın irdeleneceğini gösteriyor.
Dağ yolu nasıl kesilir?
Bu çerçevede herhalde Başbakan Erdoğan'ın 4 Eylül'de Şam gezisini izleyen biz medya mensuplarına aktardığı tespit de masaya gelecek: "1990'lı yıllarda dağlarda 6 bin kişi vardı, şimdi de aşağıyukarı bu kadar. Üstelik binlerce kişi de etkisiz hale getirildi. Buna rağmen katılımların önüne geçilememiş demek ki..."
Zaten bu tespiti Orgeneral Başbuğ da paylaşıyor. Geçen yıl Kara Harp Okulu'nda yaptığı konuşmada, "Bugüne kadar örgüte katılımları önlemekte başarısız olundu. Askeri seçenek tek başına çözüm getirmiyor" demişti. Dahası bu görüşünü yine geçen yıl bir Diyarbakır ziyaretinde daha da açık ifadelerle tekrarlamıştı: "23 yılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu terör örgütüne katılımlar noktasında başarılı mıdır derseniz, hayır. Başarılı olsaydık, bu mücadelede sürecin bugünlere gelmemesi lazımdı."
Zaten sorunun can alıcı noktası, kanayan yarası da bu. Kanamaya da devam ediyor. Terör örgütüne yakın sitelerde hâlâ dağa çıkıp "Eğitimleri"ni tamamladıktan sonra "Törenle" PKK saflarına katılan gençlerin boy boy fotoğrafları yayınlanıyor.
Peki, neden örgüte katılımlar önlenemedi, önlenemiyor? Cevabı basit: Halk ile örgüt arasındaki bağlar koparılamadı. Bir başka deyişle, halk kazanılamadı.
Buna elbette birçok neden, mazeret ya da gerekçe sıralanabilir veya kulp takılabilir: Yoksulluk, işsizlik, mesleksizlik, cahillik, toprağından kopup/koparılıp kentlerin varoşlarında açlığa mahkum olmak gibi.
Ama nedenler sadece bunlar mı? Ve tüm bu sorunlar yalnızca sosyoekonomik paketlerle hafifletilirse, örgüte katılımların önü kesilebilir mi? Hayır.
Paketlerle örtülen gerçek
Dağa çıkışlar o tür paketlerle durdurulabilseydi, zaten çoktan sonuç alınmış olurdu. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu konuda hiçbir özveriden kaçınmadı, tam tersine imkanlarını sonuna kadar kullandı. Sadece son 2 yılda yapılanların bir bölümünü hatırlatalım: Aşağı-yukarı 30 bin öğretmen, 14 bin sağlık personeli atandı, 10 bin civarında köy ve mezraya içme suyu götürüldü, 20 bin kilometreye yakın yol asfaltlandı. Teşvik belgeleri, makromikro krediler, başarılı öğrencilere burslar... Ayrıca neredeyse tüm Doğu ve Güneydoğu halkına yeşil kartla ücretsiz tedavi imkânı... Her öğretim yılı başında ailelere para yardımı... Bedava kitap... Bedava kömür... Bedava elektrik... Erzak yardımı... Daha ne olsun?
Ama gençler dağa çıkmaya devam ediyor.
Tamam, eksik kaldıysa yeni yeni sosyoekonomik paketler açalım ama halkın sadece bunlarla kazanılamayacağını da artık kabul edelim.
Halkı kazanmanın yolu, öncelikle halkı tanımaktan geçiyor. Diliyle, kimliğiyle, kültürel haklarıyla.
Ve inanın, terör tırmanmasına, örgüte katılımlar devam etmesine rağmen, küçük bir açılımla halkı kazanmak için ortam hiçbir zaman bu kadar elverişli olmadı.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk de açık açık söylüyor: "Silahlı mücadele daha 10 yıl sürse de sonuç alınamayacağını -Güneydoğu'da-herkes görmeye başladı."
Ve ekliyor: "Sahici bir çözüm için TürkKürt el ele vermeli. Artık anlayalım. Birbirimizi anlamadan, yaklaşmadan, el ele vermeden, gönül birliği yapmadan artık hiçbir sorunu çözemeyiz."
Terörle mücadeleye elbette kökünü kurutuncaya kadar devam. Ama Güneydoğu halkını kazanmak için yaklaşımımızı en azından sorgulama zamanı gelmedi mi? Daha kaç yılı heba edeceğiz?