Terör örgütünün "Askeri" kanadının 6 kişinin ölümüne yol açan Diyarbakır saldırısının sorumluluğunu önceki akşam telaşla üstlenmesinin sırrı anlaşıldı.
Meğer kalleş saldırının failinin güvenlik güçlerince yakalandığını bir şekilde haber almış.
Böylece takke düştü, kel göründü.
Saldırıda "Derin provokasyon" arayanlar artık gerçekle yüzleşmek zorundalar.
O gerçek de şu: Terör uzmanı ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı Sedat Laçiner'in ifadesiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin operasyonlarıyla "Sinir uçlarına dokunulan" terör örgütü "Köşeye sıkıştırılmış kedi" refleksiyle kentlerde sivilleri hedef alan saldırılara yöneldi. PKK sorununu ve örgüt içindeki gelişmeleri yakından izleyen Ertuğrul Kürkçü benzer değerlendirmeyi yapıyor ve PKK'nın "Köylü intikamcılığı" güdülerinin harekete geçtiğini belirtiyor.
Bu, dağlarda artık savaşamayan PKK'nın kentlerde kör şiddete daha çok başvurabileceği anlamına geliyor.
Ve bu olasılık tüm Kürt siyasetçilere, bölge halkını temsil iddiasında bulunan herkese sorumluluk yüklüyor. Özellikle de Demokratik Toplum Partisi'ne.
"Nereden gelirse gelsin her türlü silahlı saldırının karşısındayız" söylemleri bugünden sonra ne yeterli olabilir, ne de geçerli.
Başbakan Erdoğan'ın dün AK Parti Meclis Grubu'nda yaptığı tanımla "Hiç kimse meşru zemin ile gayrımeşru çizgide aynı anda bulunamaz." Ya da Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın önceki gün vurguladığı gibi, "Meclis'teki meşru çalışma ile Meclis dışındaki kaygı verici faaliyetler" birarada yürütülemez.
İnsani, vicdani ve tarihi
PKK'ya ve teröre artık açıkça, yüreklice tavır koymak zorundalar. O cesareti göstermek zorundalar. Daha doğrusu PKK korkusunu üzerlerinden atmak, o korkunun getirdiği "Sindirilmişlik" durumundan, "Tutsaklık"tan çıkmak zorundalar. Çünkü onların öncülüğüyle Güneydoğu'daki korku perdesi yırtılırsa, bölgeye çöken 30 yıllık zehirli hava dağılacak. İnsanlar tekrar nefes almaya başlayabilecekler.
Bu tercihten kaçınırlarsa, insani, vicdani ve tarihi sorumluluğun gereğini yerine getirmezlerse, o zaman dün Erdoğan'ın yönelttiği soruyu yanıtlamak zorundalar: "Terör örgütü için 'Siyasi bir örgütlenme' diyen anlayış, acaba bu çatı altında (Meclis'te) ne iş görüyor? Madem o siyasi bir örgüt, size ne gerek var?"
Ancak ne yazık ki DTP'nin böyle bir evrim geçireceğinden umutlu değiliz. Tam tersine örgütün 3 Ocak'taki Diyarbakır saldırısını resmen üstlenmesinden sonra bile yapılan açıklamalar karamsarlığımızı artırıyor. Alın size dün DTP Meclis Grubu'nda Ahmet Türk'ün (Üstelik ılımlı kanattan!) konuşmasından bir bölüm: "Diyarbakır'daki saldırı hepimizi derinden üzmüş ve etkilemiştir. Ama derin devletin desteğiyle Diyarbakır'da ensesinden vurulan insanları da unutmamak gerekir!" PKK'nın saldırısına bundan daha açık mazeret üretme çabası olabilir mi? Bu ifadeler "İnsanlık suçu" sınırlarında dolaşmıyor mu?
Üstelik bu konuşma "Demokratik dayanışma" için grup toplantısına konuk olan ve "Çocukların ölmesine neden olan bomba atılıyor, 'Biz bunu askeri otobüs geçecek diye atmıştık' diyorlar" ifadesiyle saldırıyı açıkça kınayan Prof. Dr. Baskın Oran'ın önünde yapılıyor. Oran'ın sözleri de başlar önde eğik dinleniyor. Diyarbakır halkının yüzüne nasıl bakacaklar, merak ediyoruz. Tamam, sonuçta o da onların sorunu ama DTP'yi "Demokratik hayatın vazgeçilmez bir unsuru" görmeye devam ettiğimiz için, Erdoğan'ın uyarısına kulak vermeleri gerektiğini düşünüyoruz:
"Niçin hâlâ tavrınızı koymuyorsunuz? Siz korktukça, kaçtıkça, biliniz ki, korkunun ecele faydası yoktur, gelip birgün sizi de yakalayacaktır."