Batılılar varlıklı bir ailede dünyaya gelen, el bebek gül bebek büyüyen çocukları anlatmak için çok hoş bir deyim kullanırlar: "Ağzında altın kaşıkla doğmak".
Urduca'da adı "Biricik" anlamına gelen Benazir Butto da ağzında altın kaşıkla doğdu (Ailesinin arazileri Konya Ovası'ndan büyüktü) ama kesinlikle sütten çıkmış ak kaşık değildi.
Pakistan 1947'de dini, yani İslam'ı referans, hatta kimliğin başlıca öğesi kabul eden, herkesin inancını özgürce yaşayabileceği bir devlet olarak kuruldu. Ama kesinlikle bir din devleti olarak tasarlanmadı. Zaten ne toplumun öyle bir talebi veya beklentisi vardı, ne de uzun İngiliz sömürge yönetiminin etkileri böyle bir oluşuma elveriyordu.
Pakistan'ı dini kurallarla yönetilen, şeriat hukukun uygulandığı devlete dönüştürmenin ilk adımlarını Benazir Butto'nun babası, solcu (aslında popülist) Zülfikar Ali Butto attı : 1972'de yoksullukla mücadele vaadiyle iktidara geldi ama uyguladığı politikalarla yoksulluğu daha da artırdı. Ve geniş halk kitlelerinin hoşnutsuzluğunu bastırma önlemi olarak dini kullandı; işe içki yasağıyla basladı.
Ziya Ül-Hak'ın mirası
1977'de Butto'yu deviren General Ziya ÜlHak bu süreci hızlandırdı : Mali sistemi dini vergilere göre değiştirdi. Toplumsal yaşamda şeriat hükümlerinin uygulanması için "Şeri Federal Mahkeme" kurdu. Parlamentonun yerine Şura Meclisi'ni getirdi. Zina ve hırsızlık gibi suçlar için şeriatta öngörülen cezaları uygulattı. Kadınları ikinci sınıf insan konumuna indiren düzenlemeler yaptı. Yüksek öğretimde Arapça'yı ve din eğitimini zorunlu hale getirdi. Televizyonlarda kadın sunucuların başını örttürdü. Radyolarda ve TV'lerde günde beş vakit namaz okuttu. Din adamlarını subay olarak orduya aldı.
İşte Benazir Butto, değişen Pakistan'ı kuruluş ilkelerine döndürmek için iki kez fırsat yakaladı: önce 1988-1990, sonra 1993-1996 arası.
Ama seçim meydanlarındaki vaatlerinin aksine ne kadınların durumunu düzeltti, ne hukuki, siyasal, toplumsal ve ekonomik reform paketlerini açtı.
Üstelik -yolsuzluklarını bir yana bırakalım-ülkesine tarihinde en büyük kötülüğü o yaptı: Pakistan gizli servislerine Taliban hareketini yaratması talimatını verdi. Taliban demek, medrese demek. Yani resmi eğitim sisteminin dışında, devletin kontrol edemediği din okulları demek. Medrese demek ise, radikal, fanatik kuşaklar yetişmesinin önünü açmak demek. Çünkü sadece dinin en radikal yorumları değil, silah kullanmak, intihar salıdırıları düzenlemek de öğretiliyor medreselerde.
Benazir Butto'nun canavarı
Pakistan gizli servislerinin denetimindeki o Taliban hareketi Afganistan'da iktidarı ele geçirdi ama o kadarla kalmadı. Önce Afganistan'ı El-Kaide'nin üssü yaptı. Daha sonra da Pakistan'ın neredeyse yarısını oluşturan sınır eyaletlerini, Sonra gerisi geldi; Taliban, Taliban'ı doğurdu, El-Kaide de El-Kaide'yi. Çünkü Pakistan'da pıtrak gibi biten medreselerin sayısı birkaç yılda onbinlerce ifade edilir oldu. Buralarda "Yerli Taliban" kadroları yetişti, onların arasından da "Yerli El-Kaide" militanları.
O kadar ki, bugün silahlı kuvvetlerde mollalarla aynı medreselerde eğitim görmekle övünen subaylar var. İktidar kadrolarında El-Kaide'ye sempatisini gizlemeyen üst düzey yetkililer var. Eh, Ziya Ül-Hak'ın subay yaptığı din adamları da geçen 20 yılda epey yüksek rütbelere terfi ettiler.
Benazir Butto sürgünden dönerken ABD'ye iktidara gelirse, Pakistan'daki Taliban yuvalarına, El-Kaide üslerine operasyon düzenleme izni vereceğini taahhüt etmişti. Onlar da bunu biliyorlardı ve Butto'nun bir numaralı hedefleri olduğunu, mutlaka öldüreceklerini açıklamışlardı.
Öyle de oldu. Benazir Butto'nun yarattığı canavar sonunda efendisini yedi.
Bugün karşımızda otoritesini yitirmiş bir yönetim, fanatikleşmiş bir toplum, kontrolden çıkmış ve iç savaşın eşiğine gelmiş bir ülke var. Yani kaos.
Rüzgar ekenler şimdi fırtına biçiyorlar...