Kürt sorunuyla ilgili yeni çalışmalar yapıl(a)madığı için eski belgeler raflardan indiriliyor. Bir hafta arayla iki raporun sayfaları yeniden açıldı.
İlki meslekdaşımız Saygı Öztürk'ün bulup kitap halinde yayınladığı İsmet İnönü'nün 1935'te Atatürk'e sunduğu Kürt raporu.
Diğeri yine meslekdaşımız Ruşen Çakır'ın gündeme getirdiği Başbakan Erdoğan'ın Refah Partisi İl Başkanı olduğu 1991'de danışmanı Mehmet Metiner'e hazırlatıp Erbakan'a sunduğu Kürt raporu.
İki rapor da simgesel önem taşıyor, çünkü hazırlandıkları dönemlerde Ankara'nın Kürt sorununa yaklaşımını yansıtıyor.
Gerçekten de Türkiye'de Kürt sorunu iki zaman diliminde yoğun biçimde tartışıldı.
1930'lardan 1990'lara
Bu dönemlerin ilki 1925-1940 arasındaki yılları kapsıyor. Devletin arşivleri o tarihlerde yazılmış Kürt raporlarıyla dolu: Ziya Gökalp'in "Kürt aşiretleri hakkındaki tetkikler" araştırması, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in İçişleri Bakanlığı'na raporu, Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçı'nın raporu, Umumi Müfettiş İbrahim Tali Öngören'in raporu, Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay'ın raporu, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın raporu, Başbakan İsmet İnönü'nün raporu, Umumi müfettiş Abidin Özmen'in "Şark Meselesi" raporu, İktisat Vekili Celal Bayar'ın "Şark Raporu", maliye müfettişi Burhan Ulutan'ın raporu
İkinci dönem ise 1990'lı yıllar. 1970'lerde Türkiye İşçi Partisi'nin Kürt sorunuyla ilgili çalışmasını bir yana bırakırsak, yarım yüzyıllık suskunluktan sonra 1990'larda birden rapor patlaması oldu: SHP raporu (1990), Tayyip Erdoğan raporu (1991), Adnan Kahveci raporu (1992), ANAP raporu (1993), Türk-İş Raporu (1993), Odalar Birliği'nin İKV'ye ve Prof. Dr. Doğu Ergil'e hazırlattığı iki rapor (1995), Sakıp Sabancı'nın "Doğu Anadolu Raporu" (1995), Hak-İş raporu (1996), TÜSİAD raporu (1997), CHP raporu (1998), Ergil'in "Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için yeni bir anayasal düzen teklifi" raporu (1999), TÜSİAD raporu (2001) ve CHP raporu (2002)
"Kürtler'i Türkleştirmek"
Birinci dönemin raporlarında sorun genellikle "Asayiş" açısından ele alınıyor ve Kürtler'in asilimasyonunu kadar giden baskıcı yöntemler öneriliyordu. Buyurun birkaç örnek: "Silahların toplanması ve aşiret ağalarının uzaklaştırılması için askeri operasyonu yapılmalı" (Şükrü Kaya raporu), "Türkler ile Kürtler aynı okulda okumalı. Bu, Kürtler'i Türkleştirmek için etkili olacaktır" (İsmet İnönü raporu), "Her yıl birkaç bin kişi Batı bölgelerine alınarak 15-20 yıllık bir programla bu halk ortadan kaldırılmalı" (Abidin Özmen raporu), "Türkçe bilmeyen köylüyü memur anlamaya çalışmamalı, bu şekilde herkes Türkçe konuşmaya zorlanmalı" (Abidin Özmen raporu) gibi
"Kürt kimliğini tanımak"
Bu sert önlemler işe yaramadığı, tam tersine "Sonuç" olarak PKK terörünü doğurduğu için, 1990'ların raporlarında, demokrasi ve insan haklarındaki evrensel gelişmelerin de etkisiyle, daha gerçekçi ve sağduyulu öneriler ağır bastı: "Anadil yasağı kaldırılmalı, Kürtler kendilerini hayatın her alanında özgürce ifade edebilmeli" (SHP raporu), "Kürt sorunu etnik duyarlılıklara demokratik yaklaşımla çözülür" (CHP raporu), "Kürtler'in kendilerini ifade edebilecekleri düzenlemelere gidilmeli" (ANAP raporu), "Kürt realitesi hukuken tescil edilmeli" (Doğu Ergil raporu), "Anayasa'daki dil yasakları ve mevzuattaki öteki sınırlamalar kaldırılmalı" (TÜSİAD raporu) gibi
Erdoğan'ın 1991'de hazırlattığı rapordaki önerileri de işte bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
O raporda da "Doğu değil Kürt sorunu vardır" tespiti yapılıyor ve kültürel hakların tanınması, ana dilde eğitim hakkı verilmesi, resmi ideolojinin sorgulanması isteniyor.
Önemli olan ve cevap aranması gereken soru şu: Erdoğan o tarihte yaptığı önerilere bugün de sahip çıkıyor mu?
Çünkü Sabancı'nın "Doğu Anadolu sorunu" gibi son derece ihtiyatlı bir adla yayınladığı raporda belirttiği gibi, "Bu sorunu sadece fabrika kurarak çözemeyiz..."