Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref ile Gürcistan Devlet Başkanı Mikhail Saakaşvili'nin ortak yönleri ne olabilir?
Cevap: İkisi de Atatürk hayranı. İkisi de Atatürk'ü örnek aldıklarını söylüyorlar.
Özellikle Müşerref'in hayranlığı anlatılacak gibi değil. Komuta ettiği komando birliğine "Kemal'in askerleri" adını verdi. Daha Devlet Başkanı olmadan, Genelkurmay Başkanlığı'na atanır atanmaz tüm askeri okullara Atatürk portreleri astırdı.
Ancak Atatürk'e hayran olmak ve örnek almak ayrı şey, Atatürk'ü anlamak, özümsemek ayrı şey.
Saakaşvili, Gürcistan'ın Atatürk'ü olamadı, olamazdı; çünkü ABD laboratuvarlarında yetiştirilip programlandı. Ulusun bağrından doğmadı.
Müşerref de Pakistan'ın Atatürk'ü olamadı. Çünkü hedeflediği "Halkı Müslüman ama rejimi laik bir devlet"idealine ulaşmanın temellerini atamadı.
O ideal için, ümmeti ulusa dönüştürmek gerekiyor. Ulusa dönüştürmenin yolu ise her şeyden önce öğretim birliğini sağlamaktan, laik eğitimden geçiyor. Oysa Pakistan'da yalnızca din eğitimi veren binlerce, on binlerce medrese var. Nüfusunun yarısı feodal koşullarda yaşayan Pakistan halkını ise "Çağdaşlaşma ülküsü" değil, yalnızca ama yalnızca "Din" birleştiriyor.
Kısacası ne Müşerref başarılı olabildi, ne de Saakaşvili. Tıpkı Atatürk'ü örnek almış olan 20'nci yüzyılın devlet başkanları Rıza Şah, Muhammed Rıza Pehlevi, Emanullah Han (Afganistan Kralı) gibi. Tıpkı Atatürk'ü "Model" yapan Mısır lideri Albay Cemal Abdülnasır, Tunus'un kurucu Devlet Başkanı Habib Burgiba gibi. Tıpkı Atatürk'ten esinlediğini söyleyen Baas hareketinin ideologu Mişel Eflak gibi.
Mustafa Kemal'i anlamak
Başaramazlardı da. Zira Atatürkçülük yalnızca bir parçasını kopya ederek sonuca ulaşılacak bir yol değil. O bir "Modernleşme ideolojisi." Ama asla dogmatik olmayan, pragmatik, dinamik, değişen koşullara hemen uyum sağlayabilen bir mucize reçete.
Bu ideolojiyi bugüne kadar en iyi anlatan da bizzat Mustafa Kemal oldu. 1932'de Milli Eğitim Bakanı Doktor Reşit Galip'in "Kemalizm nedir" sorusuna verdiği yanıtla:
"Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış düstur bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Zaman süratle dönüyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirildiğini iddia etmek, aklın ve ilmin inkişafını inkâr etmek olur. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."
Batı'da Atatürk'le ilgili en dikkate değer araştırmalardan birine imza atan ve halen Fransa İçişleri Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan Alexandre Jevakhoff şöyle diyor:
"Ne ulusalcılığı, ne laikliği, ne de cumhuriyetçiliği Atatürk icat etti. Ama üçünü birleştirip modern bir devletin temelleri yapan ve birkaç yılda halkına benimseten sadece Atatürk oldu."
Yine Jevakhoff'un o kapsamlı araştırmasının ("Kemal Atatürk: Batı'nın Yolu" adıyla Türkçe'ye çevrildi) sonsözüyle noktalayalım:
"Atatürk'ün ölümünden 30 yıl sonra Türkiye'yi ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle, Anıtkabir defterine şunları yazdı: 'Atatürk tüm şan ve şöhretlerin en yücesi olan bir ulusu yeniden ayağa kaldırmak onuruna ulaştı.' General de Gaulle daha sonra Dolmabahçe Sarayı'nda ekledi: 'Atatürk huzur içinde uyuyabilir. Çünkü ışığı parlıyor, çünkü meşalesi yanıyor ve çünkü ülkesi gösterdiği hedefe yürümeye devam ediyor."
General de Gaulle'ün tespitlerinin üstünden neredeyse 40 yıl geçti. Ve o ışık parlamaya, o meşale yanmaya, Türk ulusu da çağdaşlaşma hedefine yürümeye devam ediyor.
Işık hep yanacak, meşale hiç sönmeyecek ve Türkiye asla durmayacak.