Türkiye'nin "Çağdaşlaşma Projesi" dediğimiz AB yolculuğunda son bir yılda ne mesafe kat ettiği bugün belli olacak: AB Komisyonu, yıllık İlerleme Raporu'nu açıklıyor.
Aslında "Ne kadar ilerledik" sorusunun yanıtını öğrenmek için raporu okumaya bile gerek yok. Durum ortada: Sıfır reformla yerimizde saydık. Yani, rapor "İlerleme" üstüne ama milim ilerleme yok.
Zaten AB Komisyonu da raporu hazırlarken hiç zorlanmamış olmalı: 2006 İlerleme Raporu'nu önünüze koyun; son bir yılın gelişmeleri bölümüne Hrant Dink ve Malatya cinayetlerini, Genelkurmay'ın 27 Nisan'daki e-bildirisini, cumhurbaşkanı seçimi krizini, 22 Temmuz seçimlerini, PKK saldırılarını, Kuzey Irak'a operasyon hazırlıklarını ekleyin.
Ezbere sayabiliriz
Sonra "Geleneksel yakınmaları" sıralayın:
- Düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde ciddi bir engel oluşturan Türk Ceza Kanunu'nun 301'nci maddesi değiştirilmedi.
- Askerlerin siyasi konularda görüş belirtmelerine son verilemedi.
- Gayrimüslim azınlıkların dini özgürlüklerinde iyileşme olmadı. Vakıflar Yasası çıkarılamadı.
- Kıbrıs (Rum) gemilerine ve uçaklarına limanların ve havaalanlarının açılması sorununda hiçbir gelişme kaydedilemedi. Vs, vs...
Daha sonra yine "Gelenekselleşmiş" olan uyarıları peş peşe dizin:
- "Artık reformlara ivme kazandırma zamanı geldi. Ama bunun için hiçbir çaba görülmüyor."
- "Sivil-asker ilişkileri demokrasinin üstünlüğü temeline dayandırılmalı."
- "Yargı sisteminin iyileştirilmesi için hukuk reformu yapılmalı. Bu reformu beklemeden 301'nci madde ya çıkarılmalı ya değiştirilmeli."
- "Mevcut Anayasa değiştirilerek veya yeni bir Anayasa ile temel hak ve özgürlükler genişletilmeli."
- "Anadili Türkçe olmayanların ana dillerinde eğitim hakkı sağlanmalı." Vs, vs...
Alın size dört dörtlük bir Türkiye İlerleme Raporu!
AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn bugün açıklanacak Türkiye raporunun "Objektif ve dengeli" olduğunu söylüyor, Brüksel'deki AB kulislerinde de geçen yıla göre daha yumuşak üslup kullanıldığı fısıldanıyor ama fark etmez.
AB gündemden düştü
Rapor ister sert olsun, ister mülayim; Türk kamuoyunun umurunda değil. Çünkü büyü bozuldu.
Geçen yıl yaşanan limanlar krizinin ardından 8 başlığın müzakeresinin dondurulması, sözde masada olan diğer başlıkların da gıdım gıdım ve bin bir nazla ele alınması (Bugüne kadar sadece 5 başlık açıldı. Oysa aynı tarihte, yani 3 Ekim 2005'te birlikte üyelik müzakerelerine başladığımız Hırvatistan 35 başlığın yarısını bitirdi bile) Türk kamuoyunu yordu, bezdirdi.
Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy sayesinde Türkiye'ye karşı önyargılı liderler ve politikacılar cephesinin genişlemesi bezginliğe öfkeyi ekledi.
Sarkozy'nin sık sık taktik değiştirmesi (Tam üyelikle doğrudan ilişkili 5 başlık dışındaki müktesebatın müzakeresine engel olmayacağını söylüyordu, şimdi Avrupa'nın sınırları sorununa yanıt arayacak "Akil Adamlar Komitesi" kurulması talebi kabul edilmeden hiçbir başlığın müzakeresine geçit vermeyeceğini tekrarlayıp duruyor) bezginlik ve öfke karışımına bir de Avrupa'ya karşı güvensizlik duygusunu ile "Ne yaparsak yapalım bizi AB'ye almayacaklar" yargısını kattı veya pekiştirdi.
AB'nin bırakın uzağı, yarını bile görmeyen politikacılarının ve liderlerinin maksadı Türkiye'yi Avrupa'dan soğutmaksa, muratlarına erdiler. Hayrını görsünler.
Biliyoruz; Olli Rehn bugün gönlümüzü almak için süslü ifadelerini esirgemeyecek: "Türkiye'nin üyeliği AB'nin gelecek yıllarda karşılaşacağı sorunların çözümünde hayati bir parçadır. AB'nin tam üyelik hedefine dayalı Türkiye politikası değişmeyecektir." Vs, vs... Laf!
Ama bu güvenceler bile ne Ankara'yı reform yoluna tekrar yönlendirmede etkili olacak, ne de Türk kamuoyunun sönmüş Avrupa ateşini yeniden yakabilecek.
AB üyelik için kesin bir tarih vermedikçe, ilişkiler de, müzakereler de "Sanal" çerçevede kalmaya devam edecek...