Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink'in "Mahkum olursam Türkiye'yi terk ederim" sözünü hatırlattık.
Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: "Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!"
Sonra günler geçti, Dink hepsi de Türk Ceza Kanunu'nun "Türklüğü aşağılamak" suçuyla ilgili 301'inci maddesinden açılmış davaların birinden 6 aya mahkum oldu. Cezası Yargıtay tarafından (Başsavcı'nın bozma talebine rağmen) onaylandı ve Dink uzun bir yazı kaleme aldı. Şöyle diyordu:
"Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301'den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant Dink niye 6 aya mahkum oldu?
Benim derdim onların davalarında gösterilen kaygı ve telaşın, Hrant Dink davasında niçin gösterilmediğini sorgulayıp cevaplamak. Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu?
Bu soruya karşılık bildiklerimi ve sezdiklerimi yan yana getirdiğimde verebileceğim bir cevap var elbet. Özeti şu: Birileri karar verdi ve 'Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı. Ona haddini bildirmek gerek' diye harekete geçti."
Dink, "Muhtemelen 2007 benim açımdan daha zor bir yıl olacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım" diye bitirdiği yazısını yayınlamasından birkaç gün sonra, 19 Ocak'ta gazetesi "Agos"un önünde öldürüldü. 3 kurşunla.
İlk halkaya kadar ulaşmak
Cinayetten yaklaşık 5.5 ay sonra bugün 12'si tutuklu 18 sanık Beşiktaş'taki eski DGM binasında, İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargı önüne çıkıyor.
8 bin sayfaya ulaşan soruşturmanın eksik yapıldığı, gizlilik kararı nedeniyle müdahillerin katkısının önlendiği, bazı delillerin karartıldığı, cinayetle ilgisibilgisi olabilecek bazı görevliler için yargılama izni verilmemesi nedeniyle olayın bazı yönlerinin aydınlatılamayacağı gibi aylardır kamuoyunda tartışılan iddiaların ne ölçüde doğru veya geçerli olduğunu duruşma sürecinde öğreneceğiz.
Ancak adalete güvenen herkes gibi biz de mahkemenin önüne getirilenlerin aslında büyük senaryonun figüranları olduklarını tespit edeceğine ve baş oyunculara, yani "Azmettiriciler"e ulaşmak için tüm imkanlarını seferber edeceğine inanıyoruz. İnanmak istiyoruz.
Çünkü Şemdinli, Malatya, Danıştay, Cumhuriyet gazetesi saldırıları ve Hrant Dink cinayeti ve son günlerde ele geçirilen Ümraniye ve Eskişehir'deki cephanelikler hep aynı zincirin halkaları.
Çünkü mahkumiyet kararıyla Dink'i açık hedef yaptığı söylenen yargının vicdanını rahatlatması için belki de tek fırsat bu.
Çünkü büyük resim ortaya çıkarılmadıkça, yurdumuzun üstünden alacakaranlık kuşağının ürperten gölgeleri uzaklaştırılamaz. Türkiye kendine güvenen ve kendisine güvenilen bir ülke konumuna asla gelemez.
Çünkü Dink'in "Bana haddini bildirmeye soyunmuş ve bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını devamlı hissettiren o büyük güç" diye anlattığı odaklar, oluşumlar bir kez daha yakalarını sıyırırlarsa, Türkiye 1930'lar Almanya'sının dehlizine sürüklenir.
Hızla solan Anadolu bahçesindeki son çiçeklerinden birkaçının daha kurumasını istemiyorsak, son 60 bin Ermeni vatandaşımızın da vatanlarından kopup gitmelerine razı değilsek, zincirin veya yumağın sonuna kadar gitmek zorundayız.
Bu dava sadece yargı değil, Türkiye için de cesaret ve insanlık sınavı olacak.