İnsan hakları Batı emperyalizminin yeni Truva Atı mı? Farklı değerlere, inanç sistemlerine sahip toplumlara tek tip insan hakları reçetesi dayatılabilir mi?
Moskova'da toplanan Rus Ulusu Dünya Kurulu'nun yayınladığı bildiri bu ve benzeri soruları yeniden tartışmaya açtı.
4-6 Nisan tarihlerinde Danilovski manastırında yapılan ve Rus Ortodoks Kilisesi'nin önde gelen din adamlarının yanı sıra Rusya'daki diğer inanç sistemlerinin temsilcileri ile hükümet yetkililerinin de katıldığı kurulda Batı'nın evrensel model olarak dünyaya dayattığı liberal değerler sorgulandı. Hatta yargılandı.
Hüküm yayınlanan "İnsan Hakları ve Onuru Bildirgesi" ile verildi:
"Batı'nın liberal değerlerinde kabul edilmesi mümkün olmayan bir hata var: Ahlak kavramını göz ardı ediyor. Oysa ahlaki müktesebattan kopuk haklar ve özgürlükler yabancı düşmanlığını sıradanlaştırır, insanı başkasının dini inançlarına saygı göstermemeye ve her türlü günahı işlemeye götürür.
Batı'nın geliştirdiği kavram, İyi ile Kötü arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor. Bireye 'Önemli olan hukuka, yasalara saygılı olmak. Ahlaki kriterlere aldırmasan da olur' mesajı veriyor. " Bildiriye göre, Yugoslavya iç savaşlarında mabetlerin bombalanması, Hazreti Muhammed karikatürleri skandalı, İsveç'te eşcinselliği eleştiren bir rahibin cezaevine konulması, insan hakları söylemi ardına gizlenmiş olan ahlaki kriterleri aşağılama anlayışının sayısız örneğinden sadece birkaçını oluşturuyor.
Yabancılaştıran değerler
"İnanç-insan-dünya ilişkileri"nin irdelendiği toplantıda, Batı'ya bir dizi uyarı da gönderildi. Katılırsınız veya katılmazsınız ama cesur tespitler içeriyor: " Ulusüstü bir topluluk yaratmak için evrensel model olarak gerekirse silahla dayatılmak istenen Batı toplumunun liberal değerleri, yıkıcı sonuçlar verebiliyor : Irak savaşı, Ortadoğu'nun radikalleşmesi, medeniyetler savaşı denilen Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki uçurumun derinleşmesi gibi.
Batı'nın dünyanın tüm çeşitliliğini Müslümanları'ın, Yahudiler'in, Hindular'ın, Ortodokslar'ın, hatta Katolikler'in hiçbir katkısının bulunmadığı kendi demokrasi formülünde eritmeye kalkışması, binlerce yıllık kültürlerin yetiştirdiği kuşakları yabancılaştırıyor, başkaldırmaya zorluyor." Moskova Bildirgesi, İslam Konferansı Örgütü'nün 5 Ağustos 1990'da Kahire'de yayınladığı 25 maddelik "İslam'da İnsan Hakları Bildirgesi" ile 14-25 Haziran 1993'te Viyana'da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı'nın yayınladığı 100 maddelik bildirinin devamı olarak görülürse, anlamı, kapsamı, boyutu, asıl önemlisi amacı ve mesajı daha iyi değerlendirilebilir. Üçünün de ortak noktası şu: "Batı'nın değerlerini olduğu gibi kabul etmiyoruz. Bize, kültürümüze, inancımıza ve binlerce yıllık kültürümüze yabancı kriterleri reddediyoruz."
Dahası, benzer yaklaşım Avrupa'nın göbeğinde de filizlenmeye başladı: AB'ye aday Hırvatistan parlamentosu eşcinsel çiftlerin haklarını tanımayı reddetti.
Aynı şekilde, AB üyesi Polonya, eşcinselliğin "Doğa dışı" ve "Hastalık" olduğunu açıkladı. Hem de Başbakan Kazimierz Marcinkiewicz'in ağzından. Bunun Avrupa değerlerinin reddi anlamına geldiği eleştirilerine ise sert bir yanıt verdi: "Eşcinsellik değer değildir."
Özetle, sadece hukuki kriterlere dayanan insan hakları kavramının -tüm insanlığın ortak referansı olabilmesi için- ahlaki kaygı ve değerleri de gözeten sentezle yeniden tanımlanması talebi giderek güçleniyor.