Başbakan Erdoğan iki gündür yine bürokrasiye yükleniyor, yatırımların tıkanmasının sorumlusu olarak onları gösteriyor.
Erdoğan "Oligarşik bürokrasi" diye tanımladığı kadroyu neredeyse iktidara geldiği günden beri hedef seçtiği için, "yine" vurgusunu yapmak ihtiyacını duyduk.
Aslında siyasi iktidarların bürokrasiyi icraatların köstekleyicisi, hatta engeli görmeleri yaklaşımı veya anlayışı yeni değil. Rahmetli Turgut Özal'la başladı.
Özal, "Transformasyon", yani değişim modelinin ancak devletin küçültülmesiyle başarıya ulaşacağına inanıyor ve bürokrasinin bu vizyonuna direnmesinden yakınıyordu. Bir de isim takmıştı onlara: "Statükocular." Şöyle diyordu: "İnsan tabiatı daha çok statükoya yakındır. Statükonun muhafazasına yakındır. Değişime insan tabiatı biraz karşıdır." Statüko ile savaş misyonunu Özal'dan sonra halefi Mesut Yılmaz üstlendi: "Statükocular kendilerini aşan, kendilerini aşmaya yönelen her harekete, her hamleye, her atılıma, her çabaya var güçleriyle karşı çıkmışlardır. Statüko bazen hakim ve savcı kılığına bürünmüş olarak ortaya çıkmıştır.
Siyasetçiyi idam sehpasına çıkarmaya çalışmıştır, bazen de bunda muvaffak olmuştur.
Statüko kimi zaman etkin bir bürokrat olup i craatın önünü tıkamaya çalışmıştır, bunda da çoğu zaman muvaffak olmuştur.
Statüko bazen bilirkişi olmuş, saldırısını raporlarıyla ortaya koymuştur. Statüko bazen medya mensubu olmuş, kalemini silah gibi kullanmıştır."
Öz aynı, söz farklı
Şimdi bayrak Erdoğan'a geçti. Özal ve Yılmaz'dan tek farkı, bu "Güçler"i gösterirken "Statükocular" yerine "Oligarşik bürokrasi" deyimini kullanması. Yoksa özde ve direnişçi odaklar konusunda aynı görüşleri paylaşıyor. Özellikle de Yılmaz'la. Çünkü Erdoğan da iktidarı kösteklemeye çalışanlar olarak medya, bürokrasi ve yargıyı gösteriyor.
Başbakan'a göre medya "Hakikatleri saptırıyor, yalancı, iktidardan menfaat bekliyor." Yargı icraatları engelliyor. İşte iki gün önce müteahhitlere söyledikleri: "Açık söyleyeyim, Danıştay'da birçok engelle karşı karşıyayız."
Ya bürokrasi? Siyasete savaş açmış durumda. Buyurun dün yaptığı konuşma: " Bürokrasi yılların kendilerine vermiş olduğu bir gücü acımasızca kullanıyor.
Ben öyle şu bürokrat, bu bürokrat imzaladı mı, imzalamadı mı, ona bakmam. Ya imzalar, ya gider!"
Kimin kadroları?
Erdoğan'ın medyaya fırlattığı okları bir yana bırakıyoruz. Başta Genel Yayın Yönetmenimiz Fatih Altaylı olmak üzere meslektaşlarımız gerekli yanıtı verdikleri için. Ve bir de "İktidardan menfaat bekleyenler" iddiasına açıklık getirmesini beklediğimiz için.
Yargıya, özellikle Danıştay'a eleştirilerini de geçiyoruz. Bizden önce ilgili kurumların yetkililerine söz düştüğü için.
Ama bürokrasiyi hedef alan sert ifadeleriyle ilgili olarak bir noktayı hatırlatma hakkını kendimizde buluyoruz: AK Parti iktidarı, çok partili demokratik hayata geçildiği 1950'lerin başından bu yana eşi benzeri görülmemiş kapsamda kadro operasyonu yapmadı mı? 2005 sonuna kadar değiştirilen yönetici sayısı 7 bine yaklaşmadı mı? Hem de sayısı 2 bini bulan vekaleten atamalar hariç.
Erdoğan'ın kendi getirdiği kadroları suçlamasının tek anlamı olabilir: Osmanlı'dan beri bürokrasinin aşılamayan özelliği olan korkaklık ölçüsünde ihtiyatlılık, yani kırtasiyecilik virüsü onlara da bulaştı!
Yok hedef tahtası kişiler değil de iktidarın icraatlarının sınırlarını ve yöntemlerini belirleyen hukuki çerçeveyse; onun da çaresi belli: Mevzuat kirliliğini azaltmak. Ne yazık ki, bunu bugüne kadar hiçbir iktidar başaramadı.