Rüşvet ve yolsuzluk deyince, genellikle akla gelen ilk kurum gümrükler oluyor...
Dünya Gümrük Örgütü'nün 3 Temmuz 1997'de Arusha'da (Tanzanya) yayınladığı deklarasyon böyle başlıyor.
Gümrüklerdeki çürümüşlüğün devletin yeterli vergi toplamasını önleyeceği, kaçakçılıkla mücadeleyi köstekleyeceği, dünya ticaretinin gelişmesinde engel oluşturacağı belirtildikten sonra, gümrük kapılarında dürüstlüğü sağlamak, rüşvetin kökünü kazımak için deklarasyona imza koyan ülkelerin taahhüt ettikleri önlemler sıralanıyor:
Mevzuatın açık olması, gümrük vergilerinin makul oranlarda tutulması, kapılarda işlemlerin basitleştirilmesi, personele rotasyon uygulanması, kadroların etik eğitimlerinden geçirilmesi, istihdam ve terfilerin şeffaf ve dış etkilerden uzak olması, gümrükçülere meslek onuru bilinci aşılanması, iç ve dış denetimler ile personelin mal varlığında şüpheli artış soruşturmalarının ihmal edilmemesi gibi.
Daha önemlileri de var: Otomasyona geçilmesi, personele etik davranış genelgesi yayınlanması ve insanca yaşam imkanı sağlayacak maaş verilmesi...
Türkiye bu deklarasyonu imza koydu. Gümrük kapılarının otomasyonunu çok büyük ölçüde tamamladı (Daha 2002 yılında, dönemin gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler, "Artık dış ticaret işlemlerinin yüzde 98.6'sı bilgisayarla gerçekleşiyor" diye övünüyordu.). Ayrıca 2001 Eylül'ünde "Gümrük Personeli Davranış ve Dürüstlük İlkeleri Genelgesi" yayınladı.
Çaktırmadan al hemşerim
Ve o genelgeden 4.5 yıl, otomasyona geçişten de bilmem kaç yıl sonra Kapıkule'de görevli 58 gümrükçü ile 28 polis rüşvetten yargılanıyor. Kamera kayıtları eşliğinde.
Yargıç havuzda toplanan rüşvetin paylaşılması görüntülerini izlettikten sonra sanığa soruyor: "Bu paralar niye dağıtılıyor?" Yanıt: "Parayı dağıtan arkadaşlarımız Kapıkule'nin dışına çıkacaklardı. Onlara siparişleri almaları için para verilmişti. Dağıtılan paralar, siparişleri alınamayan arkadaşların parasıdır. Yani yemek parası üstü!"
Yargıç "Peki bu pasaportun içinden aldığın paralar da mı verdiğin siparişin üstü" diyor gülmemek için kendini zor tutarak. Sanık son derece hazırcevap: "Pasaportun içindekiler para değil, yapılması gereken evraklar."
Bir soru daha: "Sen yapılması gereken evrakı hızlı şekilde avucunda buruşturup hiç bakmadan cebine mi atarsın?" Cevap yine hazır: "İşim yoğun olduğu için bakmaya fırsat bulamıyordum. Daha uygun zamanda bakmak için cebime attım!"
Bir başka görüntüde polislerden biri meslektaşına "Çaktırmadan al" diye sesleniyor. Yargıç anlamını soruyor. Cevap: "Aramızda yaptığımız esprilerden biri!"
Ve işte yılın esprisi! Otobüs firmaları temsilcilerinden para toplanırken görülen sanığın yanıtı: "Yurt dışına giderlerken onlara kaşar peyniri ve kivi sipariş ettik. Aldığımız para o siparişlerin üstü!"
Trakya eski kaşarı damak tadlarına uymadığı için beyler yurt dışına, herhalde Bulgaristan'a, Hollanda'ya, İsviçre'ye ya da Danimarka'ya gidenlere peynir siparişi vermişler!
Gülüp geçecektik ama hemen ardından Le Monde gazetesinde İstanbul'da yaşayan Fransız gazeteci Guillaume Perrier'nin bir yazısını okuyunca canımız sıkıldı. Şöyle diyordu:
"Türk politikasının eski alışkanlıkları geri geldi. Çorba parası (rüşvet) hortladı!"
Kivi, kaşar, çorba... Kaşar rendelenmiş Fransız usulü soğan çorbası nefis olur. Hele bir de üstüne yüzde 8 KDV'li likit yumurtaya batırılmış bir parça peksimet konursa. Tavsiye ederiz, deneyin, çok beğeneceksiniz...