Topluma Kazandırma Yasası, bazı çevrelerin ima ettiği gibi, "Psikolojik savaş"ın aracı olarak düşünüldüyse, Türkiye bu savaşı ne yazık ki kazanamadı.
Çünkü 29 Temmuz 2003'te Meclis'te kabul edilen ve 6 Ağustos'ta Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren yasanın 6 aylık uygulaması, en hafif ifadeyle "düşkırıklığı", daha gerçekçi olmak gerekirse bir "fiyasko" ile sonuçlandı. Tıpkı 1985'ten bu yana peşpeşe 7 kez çıkarılan "Pişmanlık Yasaları" gibi...
Devletin tüm kurumlarının ortak kararıyla çıkarılan yasa, dağdakilerin, özellikle de Kuzey Irak dağlarındaki 5 bin silahlı unsurun teslim olmasını sağlamayı amaçlıyordu, içeridekilerin dışarı çıkması sonucu verdi. Böylece bir tür "Af Yasası"na dönüştü. Yine yasa PKK'lılar için hazırlandı, Hizbullahçılar'ın işine yaradı.
Oysa militanları "teşvik için" neler neler yapılmadı ki... Misafirhaneler hazırlandı, Doğu illerinde topluma kazandırma merkezleri oluşturuldu, aileler ziyaret edilip telkinlerde bulunuldu, afişler asıldı, uçak ve helikopterlerle dağlara broşürler atıldı. Teslim olacaklara estetik ameliyat, yeni bir yüz, yeni bir kimlik, yeni bir hayat, hatta yurt içi ve yurt dışında iş gibi hayli çekici vaatlerde bulunuldu...
Duvarlar yıkılamadı
Hesaplar neden tutmadı? Hukukçulardan terörle mücadele uzmanlarına kadar her çevreden farklı gerekçeler ya da yorumlar geliyor. Ancak tümünün birleştiği iki nokta var: Yasa hazırlanırken iki hata yapıldı.
Bir: Yararlanacaklar arasında ast-üst ayırımı yapılarak, örgütün çözülmesinin önüne set çekildi. Üst yönetim çözülmeden ya da çökertilmeden, alttakilerin dağılması mümkün olabilir mi? Oysa yasanın hazırlıklarının sürdüğü dönemde Kuzey Irak'tan gelen haberlerde, örgütün yeni bir dönüşümden geçmek ve tümüyle siyasallaşmak için üst yönetimden "mimli" 40 kişiyi teslim olmaya zorlayacağı, onları "deşifre olmuş" en az 2 bin militanın izleyeceği, bu amaçla bir "iç bildiri" bile yayınladığı beliriliyordu. Hatta teslim olacakların adları bile sayılıyordu: Cemil Bayık, Osman Öcalan, Nizamettin Taş, Mustafa Karasu, Murat Karayılan, Fehiman Hüseyin, Duran Kalkan, Gülizar Tural, Rıza Altun gibi...
Ancak yasa "üst" ve "alt" kademe arasına kalın duvarlar örünce, dağdan bir kişi bile inmedi veya inemedi...
İki: Yine yasa görüşmeleri sırasında, "PKK'lılara af getiriliyor", "Şehitlerimizin kemikleri sızlayacak" gibi propagandaların etkisiyle ceza indirimi "tatmin edici" olmaktan çıktı.
Nasıl bir çözüm?
Peki bundan sonra ne yapılabilir? Önümüzde üç seçenek var:
Ya bu iş "güç"le çözümlenecek, yani Kandil Dağı'ndaki PKK'lılar zorla indirilip getirilecek. Ancak özellikle Kurban Bayramı'nda Erbil'de meydana gelen ve Kürtler'i kenetleyen çifte katliamdan sonra ABD'nin bu çözüme "yeşil ışık" yakması kesinlikle mümkün değil.
Ya bugünkü durum sürdürülecek, "Düşük yoğunluklu gerilim ortamı" gittiği yere kadar gidecek. AB uyum paketlerinin düşünce ve örgütlenme özgürlüklerinin önündeki engelleri kaldırması, kültürel hakları sağlaması gibi gelişmelerin bir gün meyvelerini vermesi beklenecek.
Ya da "İç barış"ı sağlama adıyla çok ama çok daha köklü çözümler üretilecek. Olağanüstü cesaret isteyen ve göze alınması kolay olmayan siyasal riskler içeren bu çözümleri en azından daha bir süre bırakın gündeme getirmeyi, telaffuz etmeye yanaşacak bir yetkili bile bulmak imkansız.
Ah, tabii bir de "palyatif" seçenek var:
Topluma Kazandırma Yasası'nın kapsamını genişleterek yürürlük süresini uzatmak. Bugünkü ortamda akla en yakın çözüm de bu görünüyor. Üstelik duyumlarımız yanlış değilse, hem ABD, hem de terör örgütü bu gelişmeyi bekliyor. Göreceğiz...