Başbakan Erdoğan'ın İngiliz gazetesi The Times'a "Daha güçlü bir Avrupa ve daha güçlü bir Türkiye için bize tarih verin" dediği saatlerde, Fransa Meclisi'nde AB'ye 10 üyenin alınmasına ilişkin anlaşmanın onay görüşmeleri yapıldı. Ancak kürsüye çıkan milletvekillerinin hepsi de yeni 10 üyenin AB'ye getireceklerini ve AB'den götüreceklerini değil, daha tarih bile alamamış Türkiye'yi tartışmaya açtı. Örneğin etkili bir sağcı politikacı olan Philippe de Villiers, içtüzük açıklarından da yararlanarak kürsüde kaldığı dört saat boyunca Türkiye'nin adaylığını sorguladı. Yumruğunu vura vura, "AB'nin genişlemesinin Türkiye'yi de kapsamayacağından emin olmak zorundayız. Hemen şimdi" dedi. "Beyler uyanalım, tüm belirtiler Türkiye'nin AB üyeliği yolunun açıldığını gösteriyor" diye çırpındı. Ve son sözünü söyledi; "Türkiye konusunda güvence almadıkça, genişlemeye hayır! Ya da en azından AB'nin bundan sonraki üye adaylarıyla ilgili kararı referandumla halkın vermesi şartı getirilmeden genişlemeye hayır!" Villiers'in oylamayı 24 saat erteleten bu uzun konuşmasındaki Türkiye çekincesi ve koşulları konusunda ne yazık ki Fransız hükümeti yetkilileri açık bir tavır sergilemediler. Kaçamak cevaplarla geçiştirmeyi tercih ettiler. Bu da kuşkularımızı iyice kamçıladı. Bir soru: İstanbul saldırılarından sonra Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'tan Türkiye'nin AB üyeliği konusunda "Kendisini ve ülkesini bağlayacak" bir açıklama ya da taahhüt duydunuz mu? Hayır. Çünkü Türkiye'ye karşı yıllardır izledikleri "Kimsenin yerine getirmeyi düşünmediği sözler verme"ye dayalı polikanın bittiğini biliyor. Tam da rengini belli etme zamanında Türkiye'nin kaderini etkileyecek Fransa'nın sis perdesi ardında gizlenmeyi tercih etmesini hayra yormak mümkün mü? Hem de Türkiye'nin hiçbir sorumluluk payının bulunmadığı bir uluslararası sorun yüzünden ağır bedel ödediği bir sırada... Hem de Batı ile bütünleşme tercihleri yüzünden İslam coğrafyasında hiçbir dostunun olmadığı, uluslararası terörün bu tercihi cezalandırma niyetlerinin iyice açığa çıktığı bir dönemde... Elbette tercihlerimizden kesinlikle pişman değiliz ama doğrusu Fransa'ya, Chirac'a bakınca karamsarlığımız artıyor...