Partikül, bozon, gigaelektronvolt, kuark, gluon... Bir şey anlamadınız, değil mi? Ben de anlamam. Çünkü uzman fizikçi değilim. Teknik ayrıntı açıklamalarını daha gayretli araştırmacı meslektaşlara bırakarak akıl erdirebildiğim kadarını söyleyebilirim ancak:
Bilim tarihinde Newton ve Einstein'in aydınlıklarından da önemli bir şimşek çakışı yaşıyoruz.
Enerjinin maddeye, maddenin enerjiye dönüşebildiği bilinse de bunun tam nasıl gerçekleştiği kestirilemiyordu. Atomun içinde kovalamaca oynayan parçacıklar birbirine "yapışıp" külçe oluşturabiliyor. Tamam da, nasıl?
Soruya yanıt arayanlardan İngiliz fizikçi Peter Higgs bunu bozon diye adlandırdığı bir "yapıştırıcı" parçacığın sağlayabileceğini ileri sürdü teorik hesaplarla. Ama öyle bir şeyi gören değil ya, varlık olasılığını belli edebilecek fiziksel kanıta rastlayan bile yoktu. (Kimsenin görmediği gezegen varlığının matematik denklemlerine dayanarak belirlenmesi gibi bir durum).
Bir nükleer araştırma merkezindeki daire biçiminde dev borularda akla ziyan bir hızla atomlar tokuşturulup parçalandı, yapay kaza ile yaratılan tablo içinde bozon bulundu. Bundan sonraki incelemelerle "Evren nasıl oluştu?" bilmecesinin somut çözümüne ulaşılabilecek.
***
Bozona Tanrı Parçacığı diyenler var. Yani evreni o oluşturduysa, ayrıca bir tanrının varlığını yokluğunu düşünmek gereksiz artık. Bence asıl bu düşünce yanlış.
Çocuk sorar:
"Baba, evren nereden çıkmış?" Her şeyin
"Big Bang" denilen patlamayla başladığını söylerseniz üsteler:
"Ondan önce ne varmış?"
Şimdi
"Bozon varmış, patlamayı o yapmış" diyebileceksiniz. Ama çocuk bu. Henüz çorbaya dönmemiş aklını kullanacak, bir başka soruyla püf noktaya parmak basacaktır:
"Bozonu kim yapmış?"
Her şeyden önce fizik ile metafizik (doğa ötesi felsefe) arasındaki çizgiyi doğru çekebilmemiz gerek.
***
En iyisi, gezegenimize çekidüzen vermeye odaklanalım. Şu harika kürede daha insanca nasıl yaşarız, ona bakalım.
Bakın, türümüzün zekâsı Fransa-İsviçre sınırında atom parçalayabiliyor da, az ötedeki İngiltere'de kendi hırsının kirli çarşafına dolanıyor.
Son yıllarda
"çok gelişmiş" Batı'nın başka ülkelerinde (Amerika'da, Almanya'da, Fransa'da, İtalya'da, İspanya'da) üst üste patlak veren finans skandallarına alıştık. Ama Londra'nın, hele oranın
"The City" ("Kent") diye saygıyla sözü edilen semtinin ayrı bir yeri vardı iş dünyasında.
Kendine özgü şapkalı, kostümlü, eli şemsiye-bastonlu centilmenleriyle o semt her türlü katakullinin üstünde görülürdü. Dolap, pazarlık, açgözlülük çöplüğü çarşı pazar ortasında noter bürosu gibiydi. Şimdi açığa çıkıveren banka rezaletleriyle oranın da bir dalavere batağı olduğu anlaşıldı.
Yeryüzü genelinin görüntüsüne baktıkça benim şu Türkiye'mizi çirkeften uzak tutma isteğim yoğunlaşıyor.
Sizde öyle bir şevk yok mu?