Ün hak edildiği zaman ve hak edildiği oranda yararlıdır; topluma katkıda bulunan kişileri halkın minnetiyle ödüllendirir. Yapay değer balonlarına alkış sağladığı ölçüde de ahmaklık yansıtır.
Sabık eşlerimden Leyla (Umar) becerikli muhabirdi. Los Angeles'de geçirdiğimiz yıllarda haber bürosu şefliği kartvizitimizi iyi kullanarak en tanınmış film yıldızlarıyla ahbaplıklar kurdu.
Birçoğu evimize gidip gelen o kişilerin stüdyo pistonu ve medya pompasıyla şişirilmekten başka kozu bulunmayan insanlar olduğunu gördüm. Salonda Leyla onlarla konuşurken çalışma odamdan çıkmamayı tercih ederdim.
İstanbul ve Ankara'dan da -çoğu basın çevresinden- dostlar gelir, kimileri bizde kalırdı. Lokanta yahut otel lobisi gibi bir yerde, yakınlarda oturan bir "star" ile selamlaştığımı görünce öyle heyecanlanırlardı ki, anlatamam. "Tanıştırsana" diye tutturan olurdu. Kızıp söylenirdim:
"Yahu, sen bu dünyada ondan önemli bir insansın. İmza meraklısı gibi yanına koşmayı niçin istiyorsun?" Anlamaz, gazetecilik fırsatını esirgediğimi bile düşünürlerdi.
***
Kevin Spacey'i izlemeye gitmedim. Nedenini açıkça söyleyeyim: velvelenin ölçüsüzlüğü sinirime dokundu.
Yanlış anlaşılmasın. Spacey çok iyi aktör. Oyunu sahneye koyan da birinci sınıf yönetmen. Yaratıları elbette görülmeli. Öyle değerleri ülkemize taşıyan, Nejat Eczacıbaşı dostumun ve Şakir kardeşimin yadigârı İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nı kutlarım.
Kamuoyumuzdaki yansıma aynı oyunun örneğin Paris'te uyandıracağı ilgi ölçüsünde kalsa mesele yok. Ama öyle olmuyor. Sanki koyun ağılına Zümrüdüanka kondu!
Niçin? Çünkü gelenler Amerikan, İngiliz mingiliz ünlüsü. Ülkemiz ise uygar dünyanın kıyısında kalmış gariban taşra...
Bir şeyi daha söyleyeyim açıkça: yurdumuzda Spacey'den hiç geri kalmayan nice tiyatro sanatçısı var. Şurada burada üç kuruşa talim ederek her gece perde açıyor, zaman zaman harika oyun da çıkarıyorlar. Karşılığında ne sosyete akını sağlanıyor, ne -yılda bir
"destek" dağıtımı dışındadevlet ilgisi, ne de medya alkışı.
Alkıştan geçtik,
"Tiyatro da neymiş?" diye yazan yazana. Sonuçta, yüzlerce liraya bilet kapışarak Spacey seyrine yığılan yabancı hayranlarının genelde haberi bile olmuyor onların yaptıklarından.
Bereket versin Ayşegül Yüksel'in söz konusu temsili artıları eksileriyle akıllıca değerlendiren yorumunu okudum da sevindim hiç değilse bağımsız ve komplekssiz eleştirmenimiz var diye.
***
Bölgemizin görüntüsüne dikkatle bakıyorsanız gülüyorsunuzdur.
"İmam ölüden, deli deliden hoşlanır" derler. Diktatörler de diktatör görmek isterler çevrelerinde. Hastalık bulaşmasından çekinen normal insanların tersine, sağlık bulaşmasından korkarlar.
Suriye'nin sülük kesiminde şafak attı. Uyanan vatandaşları kuzey komşularının özgürleşen düzeninden esinlenerek büsbütün dikleşecek diye ödleri kopuyor.
Ya İran? Kadın-erkek ayrımı yapmadan bolca insan asmayı eskiden beri severler ama kırbaç cezasını yalnız peygambere saygısızlık edenlere uyguluyorlardı. Son zamanlarda o infazı yaygınlaştırdılar. Yöneticileri üzenleri de kırbaçlıyorlar şakır şakır. Dün haberi geldi: Tiyatro salonunun kapatılmasından sonra yaşananları anlatan bir filmde rol aldı diye aktris Marzieh 90 kırbaç cezasına çarptırılmış.
Gaddarlık dozundaki bu artışın gerisinde de toplumsal sağlık korkusu olduğu besbelli. Özgürlük bulaşmasından çekiniliyor.
İşin tuhafı, bizde yıllarca
"Türkiye İranlaşacak" diye uykular kaçtı. Öyle bir şey olmadı, olmayacak; çünkü olamaz. Ama şimdi o komşunun zorbaları kıvranıyor
"İran Türkiyeleşirse" kaygısıyla.
Her şeyi tepetakla eden kaderin cilvesi mi diyelim? Yoksa bizde aydın geçinen seçkin kafalarındaki bitmez tükenmez yanılgı perendelerinin bir başka örneği mi?