Nankörlük en ayıplanan kusurlardandır. İnsanlar yaptıkları iyiliğin şükranla karşılanmamasını bağışlamazlar.
Ama çoğunun günah defterine yazılan iki değerbilmezlik vardır:
Mekân ve zaman nankörlüğü.
Cennet gibi bir ortamın sefasını sürerken "Ah, şimdi falan yerde olmak vardı" diye sızıldanır ya da başka zaman dilimlerinde yaşamaya özeniriz. Bu ikincisi en çok yaşlıların "Eskiden falan şey şöyle iyiydi, böyle güzeldi" sözleriyle başlayan nostalji kıtırları biçiminde gelir gündeme.
"Önce ekmekler bozuldu" hayıflanması ünlüdür de, gerçeğe ne kadar uyar? Eskiden ekmekler pek mi düzgünmüş ki bozulması söz konusu?
Ben çocukken zengin sofralarında francala vardı. Okulda, sonra da askerde yediğimiz ekmeklerin içinden kaç kere taş, ip, böcek möcek çıktığını hatırlıyorum. Şimdi markete girdik mi, raflarda o nimetin el değmeden paketlenmiş envai çeşidi: taşfırın, köy, "light", kepekli, tahıllı, çavdarlı, mısırlı, esmer, sarışın... Haremden cariye seçecek Paşa gibiyiz. Kadrini bilenimiz var mı? Farsçada nan ekmek demektir; nankör sözcüğü de oradan gelir. Kişinin yediği ekmeğin değerini fark etmemesi anlamında.
***
Geçen gün sabahın erken saatlerinde bir çöp kamyonu gördüm. Tertemiz özel giyimli işçiler fazla gürültü etmemeye çalışarak düzenli yerlerden topladıklarını götürüyorlardı tıkır tıkır. Düşündüm ki eskiden İstanbul'un yaz sıcağında pek çok sokak ekşi çöp kokardı. Artan kalabalık ve hızlanan tempo yüzünden insan davranışlarında sinirlilik var ama, düzelmeler de var. Eskiden kaldırımlarda yürüyemez, ezilme tehlikesi atlata atlata parkede giderdim. Tükürüklere basmamak için. Çok şükür artık pek görmüyorum o iğrençliği. Ortalıkta kendi yaşımda insan kalmadı gibi. Nadiren akranlarımla buluştuğum zamanlarda hep geçmişe özlem dinlemekteyim. Neredeymiş o eski İstanbullular? Memleket çok bozulmuş, çok! Ne güzel, ne düzgün, ne temizmiş eskiden!
Gülümsüyorum.
***
Dün öğle haberlerini dinleyeyim diye televizyonu açtım. Pazar ya, haber yok, bol bol konuşma ve tartışma var. Ekranda nefes tüketenlerin çoğu sevdiğim dostlar.
Biri de eski bakanlardan Fikri Sağlar. Dertli ki dertli. Yaşlı değil ama, şikâyetlerini sayıp dökerken sık sık eskiyle kıyaslamalar yapıyor. Günümüzdeki yozlaşmayı belirtmek için bir anısını anlattı.
Genç bir milletvekili iken Meclis'te ilk konuşmasını iletişim güvenliği konusunda yapmış. PTT ile İTT adlı uluslararası şirket ve CIA arasındaki ilişkiler görüşülüyormuş. Şöyle bir şey demiş Fikri Bey:
"O kuruluşlara imkânlar tanıyorsunuz ya. Artık telefonlarda birbirimize her söylediğimizden yabancıların haberi olacak demektir."
Günün Ulaşım Bakanı Veysel Atasoy da öfkeyle kürsüye gelip bağırmış:
"Ne diyorsun sen? Burada hukuk devleti var! Telefonlar nasıl dinlenir?"
Programın bütün katılımcıları gülüştüler.
"Nereden nereye geldik!" anlamında. Bir yerlere geldik ama, eskiden neredeydik? Temizlik ya da pislik telefonlarda değil, insan ilişkilerindedir.
İletişim harikalarına kavuşmuş olmadığımız yıllarda, Robert Kolej'in İzlerimiz adlı edebiyat dergisini çıkarıyoruz. Lise 4 temsilcisi Bülent Ecevit başyazar, Lise 1 temsilcisi bendeniz yardımcısıyım. Üç beş başka arkadaşla birlikte yaptığımız bir toplantıda Marx'tan söz etmiş, Maarif (Milli Eğitim Bakanlığı) duyarsa ne olacağı konusunda şaka yollu bir şey söylemişim.
Aradan 24 saat geçmeden İkinci Müdür Hüseyin Pektaş beni odasına çağırıp haşladı. Bir Türk öğretmene laf gitmiş, o hemen vahim durumu Maarif'e bildirmiş, bakanlıktan müthiş bir zılgıt ve benim okuldan kovulmam için emir gelmiş, Hüseyin Bey durumu kurtarıncaya kadar yarım saat dil ve ter dökmüş.
Bugün hepimiz kapalı kapılar arkasında değil, gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında ağzımıza geleni söylüyoruz. Terslikler yok mu? Var elbette. Ama onları da söyleyebiliyoruz.
Eskiden temizdik, kirlendik demeyin Allah aşkına!