Savaşta başarının en kritik koşullarından biri dostu düşmandan ayırt edebilmektir. Bu sağlanamazsa Kıbrıs harekâtında kendi gemimizi batırmamız gibi feci terslikler yaşanabilir.
O koşul başka alanlarda da önemlidir aynı derecede. Bir atılıma hazırlanıyorsanız kimin yanınızda, kimin karşınızda olabileceğine çok ama çok dikkat etmeniz gerekir. Türlü açılım kavşaklarında bulunan ülkemizde şu ara her zamankinden daha duyarlı bu konu.
Yazık ki aynı durum gerginlikleri, dolayısıyla alınganlıkları artırmakta. Bilinen örnekteki "Yağmur yağacağını söyledin, yağınca su birikintilerinde ördekler yüzer, sen bana ördek demek istedin" türünden aşırı kırılganlıklar tehlikeli anlaşmazlıklara yol açıyor.
Geçenlerde anlatmıştım. Bir dükkânda gözlüğünü tamir ettirmek isteyen müşteri satıcının "Bu işporta işi, uğraşmaya değmez" demesine kızıp hır çıkarınca onun lehine araya girmeme büsbütün öfkelendi. Gözlüğünün küçümsenmesine katıldığımı düşünmesi yüzünden az daha karakolluk oluyorduk.
Ahmet Hakan dün bir CHP'li milletvekilinin bir başka CHP'linin yaptığı küçük şakayı kaldıramaması sonucunda çıkan yumruklu olayı yazdı.
Önceki gün de gücenme yatkınlığımızın çok daha vahim ve geniş boyutlu bir örneğinin internete döküldüğünü gördüm.
***
Ad vermeyeceğim. Yandaşı olduğum kişiler arasında polemik başlatmak istemem.
Yakından tanıdığım bir eğitimci var. Hızlı mı hızlı bir "aydınlatma" sevdalısı. Alanında çok başarılı. Anaokulundan üniversiteye kadar pek çok eğitim kurumu oluşturmuş, on binlerce çocuğun ve gencin dünya standartlarında yetiştirilmesine çalışmış.
Tam bir Alevi dostu. Sohbetlerimizde ülke durumunu tartışırken Alevilerin aydınlık geleceğimizin en sağlam güvencelerinden biri olduğunu vurgulamıştır uzun uzun.
Onun için, bir okur telefonda onun adını vererek "Bir yazınızda değindiğiniz olumlu sözü hoşuma gitti ama Alevileri incitmiş" deyince şaşırdım. Refleksim "Daha neler!" diye inanmazlık belirtmek oldu. Hemen interneti karıştırıp giderdim merakımı.
Meğer Alevi ileri gelenlerinden bir zat (ki şimdi "solda" siyasal açılıma hazırlandığını duyuyor ve kendisine başarılar diliyorum) üç yıl kadar önce bir bankanın yayımladığı söyleşi kitabındaki birkaç cümleye çok üzülmüş. Davalık ve yüklü tazminatlık ağır sözlerle o cümlelerin sahibine veryansın ederek gençlerin ona ve kurumlarındaki eğitimcilerin eline bırakılmamasını, banka kredilerinin kesilmesini istiyor.
Peki, bu denli kırılmasına yol açan, "aşağılayıcı ve gayri ahlaki" dediği cümlelerin konusu ne?
Söz konusu zat şimdi 82 yaşında. Altmış küsur yıl önce, askere gidecekken ablasının Merzifon'daki evinde kalmış. İki katlı evin sahibi bir Alevi aileymiş. Şarap yaparlarmış. Bir de "elma gibi yanaklı güzel kızları" varmış. O kızla iyi arkadaş olmuşlar. Ortam öyle hoşmuş ki, askere gitmekte gecikmiş.
Bu kadar. Kızla gönül eğlendirmekten değil, yalnızca "iyi arkadaş" olmaktan söz ediyor. Kaldı ki, yirmi yaşında bir oğlanla bir genç kızın üç beş günlük flörtü söz konusu olsa, bunu kan davalık bir facia saymak, Türkiye nüfusunun en aydınlık kesimi diye bilinen Alevilere mi yakışır, Afganistan Talibanlarına mı?
Yaşlı bir Avrupalının şöyle dediğini düşünün: "Gençliğimde bir Türk evinde kalmıştım. Aile şarap yapıyordu. Tatlı bir kızları vardı. Onunla iyi arkadaş olduk. Ortam öyle hoştu ki, konukluğum uzadı." Türklük aşağılandı diye ihtiyarın gırtlağına sarılır mısınız?
***
Edebiyat yapma düzeyinde değil, gerçek uygulamalarda birlik sağlanmasını ve ayrışımlardan kaçınılmasını gerektiren günlerden geçmekteyiz. Yürürlükteki hırgür konularımız yetip de artıyor.
Ne olursunuz dostlar, gereksiz alınmalarla yenilerini icat etmeyelim!