Batılıların bir suçu kimin işlediğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kesinlikle belirleyen kanıt anlamında kullandıkları bir deyim vardır:
"Tüten tabanca."
Yani silah sesi duyunca koşup bakıyorsunuz. Yerde bir ceset. Başında duran adamın elindeki tabancanın namlusundan duman çıkıyor. Artık "Katil kim?" diye düşünmezsiniz.
Düşünürseniz, "Belki adam göğe ateş etti de maktulü tam o anda başkası vurdu" gibi varsayımlar üretmeye başlarsanız, sizin aklınızda niçin takıntılar bulunduğunu araştırmak gerekir.
Hamlet oyununda "Yerle gök arasında sizin felsefenizde bulunanlardan çok şeyler vardır" diye bir söz geçer. Freud tartıştığı kişinin hayalciliğini alaya almak için o sözü tersyüz eder bir kitabında: "Sizin felsefenizde yerle gök arasında bulunanlardan çok şeyler var."
Polis romanlarının yazarları da okurun dikkatini yanlış yönlere çekmek için insan kafasının varsayım üretkenliğinden yararlanırlar ustaca. Bütün kuşkular olumsuz özelliklere sahip komşunun üstünde toplanmışken, sonunda anlaşılır ki aranan suçlu evin içindeki "sadık" dadıdır. Hatta belki de olayı soruşturan emniyet görevlisidir!
***
Öyle ustalıklı saptırmaları yalnız polisiye yazarları yapmıyor. Her alandaki hikâyecilerin o tür
"Acaba?" yaratıcılıkları bizde bir komplo teorisi yaygınlığına yol açtı. Her olayın yalnız gerisini değil, gerisinin gerisini araştırırken sağlıklı kuşkuculuktan uzaklaşıp paranoya marazlarına kaymaya başladık.
Gerçekte de en karmaşık entrika senaryolarını sollayan
"derin devlet" katakullileri yaşamış ve kimi kördüğümleri hâlâ çözememiş olmamız o salgını hızlandırdı. Ağca'nın asker çemberlerinin içinden nasıl kaçırıldığını bugün bile bilmiyorsak, her söylentiye açık kalır kulaklar.
Sonuç: artık aydınlanmış olayların da yeniden karanlığa bürünmesine çalışılabiliyor.
Vaktiyle PKK Bingöl'de 33 askerimizi kurşuna dizerek bir iç barış girişimini dinamitledi. Örgütün başındakiler
"Biz yapmadık" demediler.
Emri kimin verdiğini tartışarak suçu birbirlerinin üstüne atmaya baktılar yalnızca. Ama şimdi sağdan soldan akıl karıştırıcı mırıltılar geliyor:
"O şehitlerin de derin devlet kurbanı olmadığı ne malum?"
Hesapça, aynı gölge Tokat olayının da üstüne düşürülecek.
Son hayvanlık sisten yararlanarak yapıldı. Koyulaştırılmasına izin verirsek kafamızdaki sis Tokat'takinden de tehlikeli olur. Hiçbir şeyi doğru dürüst düşünemez duruma düşeriz.
***
Genel tablo karışık değil. Çok net.
Açılım baltalamak için birtakım opera hayaletlerinin pusu kurmasına gerek yok. Kendi politika ve medya alanlarımızın kimi kesimleri sayesinde zaten tökezlemekte açılım.
Bela üretmek zorunda olan PKK. Yurtiçinde ve dışındaki gelişmeler onu köşeye sıkıştırdı. Akıl karıştırmaya, tepe attırmaya, gelecek tepkiler sayesinde barış önlemeye çalışıyor. Bu gerçek ortadayken başka suçlu arayarak sis yaymak o çabayı kolaylaştırır.
Dağdan gelenlere Habur'daki ahmakça gösterileri derin devlet mi yaptırdı? Açılımın bittiği, dağ yolunun göründüğü lafını iyi saatte olsunlar mı söylettiler sırıtkan Ayna Hanım'a? Ahmet Türk gibi iyi niyetli insanların İmralı müritliğinden şu kavşakta vazgeçemeyecek kadar pısırık olmalarını sağlayan gizemli güçler mi var?
***
Peki, durum böyle diye DPT kapatılmalı mı?
Kesinlikle hayır. Çünkü o da PKK'nın işine gelir.
"Efendim, hukuk öyle gerektiriyor."
Kendimizi ve birbirimizi aldatmayalım lütfen. İnsanların hukuk için değil, hukukun insanlar için olduğu gerçeği her gün doğrulanıyor Türkiye'de. O elbette yüce bir kavram ama,
"ülkenin çıkarları gerektiriyor" diye kaç kere esnetildi.
Şimdi yine gerektiriyor. Bir kere daha esneyiversin.
Elverir ki sislenmesin kafalarımız.
Esnemek sızmaktan iyidir.