CHP Mersin Milletvekili İsa Gök sosyal paylaşım sitesi Facebook'taki duvarında ne de güzel yazmış: "Hepimiz Ermeni'yiz diyenler; Bir kere de vatanını koruyan, savunan Mehmetçiğe sahip çıksanız neyiniz eksilir?"
***
Hepimiz Ermeni'yiz diyenler,
Evet,
Hrant Dink için yürüyenler,
Size yürümeyin diyen yok…
Demirel de zaten
"Yollar yürümekle aşınmaz" demişti.
İster Ermeni, ister başka bir şey olun,
İnanın bizim için hiç fark etmez…
Yürüyün yürümesine de…
Yeter ki yaşadığınız ülkeyi, bayrağını ve askerini sevin…
Bir de adamına göre muamele yapmayın…
Yoksa
İsa Gök gibi
'demokrat'ları da rahatsız edersiniz…
Bu kadar abartırsanız olacağı bu…
Ya da aynı tepkiyi Mehmetçik için koymazsanız elbette millet rahatsız olur.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e 'onbaşı' diyenlere seyirci kalanlar tabii ki sadece İsa'yı rahatsız etmedi, sessiz milyonları da üzdü…
***
İnsanların yaşam hakkı kutsaldır ve bunu pervasızca yok edenlere karşı hep birlikte tepki göstereceğiz.
Evet, Hrant Dink davasının sonucu bizim de
"içimize sinmedi", tamam.
Ama gürültü kopararak, yargıya baskı yapmak da kimsenin içine sinmiyor.
Örnek mi?
İşte CHP'li
İsa Gök.
***
Ve PKK
Uludere'deki yol kazası PKK tarafından
'istismar' edilmeye devam ediliyor.
Hem de 34 kişinin ölümüne sebep olmalarına rağmen.
Mehmetçikten darbe yiyen PKK, aradığı çıkış yolunu böyle bir puştlukta buldu.
Önce askeri giysiler giyip ev bastılar.
Kürt halkına da aynı şekilde saldırdılar.
Maksat, Mehmetçiği bir kez daha yöre halkıyla karşı karşıya getirmek.
Sonra Uludere olayını tezgahladılar.
Behoz Erdal köpeğinin işiymiş. Öyle öğrendik.
İstihbaratı o vermiş.
Tezgah onun yani…
Hakkari'deki patlama da PKK'nın işi.
Amaç belli...
İmralı'da bebek katili ağabeyini görmeye giden Mehmet Öcalan'ın yandaşlarına anlattıklarının hedefi de aynı…
Ama çok şükür kimse bu kalleş oyuna gelmedi, gelmeyecek de...
***
Galiba yanlış yapıyoruz (!)
Abdullah Öcalan'a eski konforunu yeniden sağlasak.
Hatta Roj TV'ye bağlanmasına imkan versek.
Örgütü oradan yönetse.
Dağdaki haremini de yanına yollasak.
Nasıl olur!
***
O haremden birini hatırlıyorum.
Dilaram…
1991'de dağa çıkmıştı.
Örgüt eylemlerinde yer aldı.
Kaleşnikofuyla, roketatar ve el bombasıyla kaç kişiyi öldürdüğü bilinmiyor.
Kandil Dağı'ndaki PKK radyosunda da çalışmıştı.
2003'te üç arkadaşıyla birlikte ölümü göze alarak örgütten kaçtı.
PKK'dayken birebir tanık olduğu, birinci ağızlardan öğrendiği Abdullah Öcalan ve komutanlarının tecavüzleriyle örgüt içi infazları yazmaya karar verdi.
Kitabının adı da
"Özgürlüğe Kaçış"tı.
Abdullah Öcalan'la birlikte olduğunu anlatan iki kadın da Dilaram'a konuşmuştu.
Biri Öcalan'ın dayağına ve üç kez tecavüzüne maruz kalmıştı.
***
İşte o kitaptan birkaç satır:
"…Öcalan'ın Şam'daki evine Yoğunlaştırma Evi denir. Yoğunlaştırma Evi'ne bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. Vahşi, "çöl güzeli" kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. Ben de Yoğunlaştırma Evi'ne çağrıldım. Apo bir gün beni masaja çağırdı. Gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. Hani köy ağaları gibi... Beni azarlamaya başladı bilmiyorum diye. Sırtüstü uzandı, "Şimdi bütün vücuduma" dedi. Anladım neler olacağını."
***
Hükümetin terörle mücadelesine bu kadar tepki gösterenler, yukarıda paylaştığım düşünceleri savunuyor demektir.
Her operasyonun ardından bas bas bağıranlar, şapkasını önüne alsın ve iyice düşünsün…
Ermeniyim diye yollara düşenler de yazdıklarımdan ders çıkarsın.