Yemek yemenin hazzıyla ilk ne zaman tanıştım bilmiyorum. Daha doğrusu hatırlamıyorum.
Gurme değilim elbet ama lezzetli yemeklerle ve güzel sofralarla aşk yaşadığım kesin. Daha boyum tezgâha ucu ucuna denk geldiğinde annemden gizli mutfağa girer kendi kendime tostlar, makarnalar, soslar hazırlardım.
Sonra bir gün Jamie Oliver'la tanıştım.
Yüz yüze değil, televizyon izlerken canım. O gün bugündür de peşini bırakmadım.
Yemek pişirmek ilk kez bu kadar kolay, eğlenceli, samimi, 'kulak memesi kıvamı' dışındaydı benim için. Üstelik o Jamie nasıl sempatik, nasıl yanakları ısırılası bir tipti.
Uzun süre "Allah'ım n'olur bana Jamie Oliver gibi sevgili ver" diye dua ettim. Vermedi, neyse...
O zamanlar Jamie takıntım o kadar yayıldı ki, erkek arkadaşım "Ya o Jamie Oliver kitaplarını atarsın ya da ben" krizlerine girdi. Efendim ben pilav yapmayı Jamie'den mi öğrenmişim siniriyle pişirdiğim bir tencere pilavı sinir içinde çöpe döktü... Hırsa gel. (İç ses; Aaa ne manyak adammış be).
Neyse...
Ve Jamie Oliver'ın İtalyan restoranı İstanbul'da Zorlu Center'da açıldı. Biz de kız kıza efendi efendi gittik tabii.
Daha kapıda karşılaştığımız iki teyze bizi durdurup "Evladım hamburger yemeyin" buyurdu. Hamburgeri kötüymüş, herkes geri yollamış. Allah Allah...
Yurt dışında da Jamie Oliver restoranlarına gittiğim için benim için bir sürpriz yoktu. Dekoru tam Jamie stili. Garsonları güleryüzlü ve ilgili.
Gelelim yemeklere. Makarnalar çok güzel. Genel olarak yemekler de güzel ama (işte geldik o 'ama'ya) olağanüstü değil.
Diyelim bir Nişantaşı Limonata'nın mutfağı sekiz çeker durumda.
Yani 'Jamie's Italian'a gideceğiz kendimizden geçeceğiz' fikrindekiler kendilerini hazırlasınlar. Beklentiyi yüksek tutmayınca her şey daha güzel zaten değil mi bu hayatta.