Pazar akşamı Sortie'nin restoran bölümünde akustik şarkılar söyleyen arkadaşımız Mert Davran'ı izlemeye gittik.
Baktım kulüp tarafı tıklım tıklım. Eh sebep belli; YGS kutlaması. Sınav stresini arkadaşlarla coşarak atma kafası.
Bir süre sonra tuvalete gittim ki olayımız var. Kızın biri hem kusuyor, hem ağlıyor, hem de bağırıyor.
Evet, üçünü de aynı anda yapmayı başarabiliyor.
Öyle bir bağırıyor, öyle haykırarak ağlıyor ki. Okuluna küfrediyor, dershaneye sallıyor "Ben bittim" diye diye kapıları yumrukluyor.
Arkadaşları da ne yapacaklarını şaşırmış "Kızım saçmalama, yapma ya"dan başka cümle kuramıyorlardı.
Ne de olsa geldikleri yol aynı, korkuları aynı, çektikleri sıkıntı aynı. Anlıyorlar o kapıya atılan yumrukları, nefret edilen dershaneleri, hocaları, notları.
Dayanamadım abla ifademi takınmak suretiyle kızın yanına dikilip dedim; "Baksana bana, ne oluyor sana, ne ağlıyorsun?"
Bilinmeyen bir cismin yaklaşmasıyla ağlamayı kesiyor kız; "Sınava girdim yapamadım. Bittim ben."
"Neyi yapamadın?"
"Sosyali, matematiği her şeyi yapamadım. O kadar çok çalıştım ki sınava girince heyecandan hepsini unuttum. Her gün çalıştım anlıyor musunuz, bittim ben."
Oysa ailesi üzülmemesini söylüyormuş.
Gelin görün ki bizim kız kendini kesmeyi düşünüyor.
Hayattan nefret ediyor. Kendisinden nefret ediyor. Aptal olduğuna inanıyor. Ondan bir halt olmayacağına.
Birkaç saniye içinde etrafımız kalabalıklaşıyor. Tuvaletteki bütün kızlar yanımıza gelip konuşmamızı dinliyor. Ben de hazır kitlemi bulmuşken konuşmayı patlatıyorum.
Aşağı yukarı şunları söylüyorum; "Bakın kızlar, hayatta sizden önemli bir şey yok. Kendinizi sisteme kurban etmeyin. Biliyorum sınav çok önemli. Biliyorum kolay değil. Ama hayat da YGS değil.
Ne sınav, okul, dershane birincileri var ki üç sene sonra yoklar. Kaybolup gidiyorlar. Ne okuyamamış adamlar var ki lider oluyorlar, yüzlerce kişiye iş imkânı sağlıyorlar.
Tamam, sınav geçti. Elinizden geleni yaptınız ya da yapamadınız. Bundan sonrası can sağlığınız. Ağlamak, küsmek, geleceğinizden ümidi kesmek yasak. Gidin eğlenin hadi."
Sanırım kısa konuşmam işe yarıyor. Bizimki yüzünü yıkıyor, gülümsüyor ve "Haklısın" dedikten sonra arkadaşlarıyla eğlenmeye gidiyor.
Bana da arkalarından şu bir türlü oldurulamayan eğitim sistemini, önünü göremeyen gençlerin endişesini, belirsizlik ve tedirginlik dolu dünyalarını, on yıl sonra farkına varacakları gerekleri düşünmek düşüyor.
Bir de nostaljiye kapılıp, iç çekerek "Keşke okul yıllarıma, gençliğime geri dönebilsem" diyenleri...
Hiçbir zaman anlayamadım kendilerini.
'Keşke'lemediğim bir şey varsa o da geri dönmektir okul günlerine. Niçin kendimi tekrar o kadar yalnız, çaresiz, rotasız, öfkeli, korkulu ve dımdızlak hissetmek isteyeyim ki. Bugüne oynaya zıplaya, çala oynaya gelmedim ki.
Neyse, hadi "Bridge Together" canlar.