Tamam kabul! Bir kitapla kimsenin dünyası toptan değişmez!
Hayatının sırrını falan bulamazsınız yani.
Ve fakat kitaplar rehber görevi görüp, size kapı açabiliyorsa eğer benim artık harika bir rehberim var.
Biz kendisiyle geçen hafta tanıştık ve pek kaynaştık. İstedim ki siz de tanışın.
Hadi yeni arkadaşımın adını vermeden önce size kafamdan geçenleri anlatayım.
Bir roman yazacaksınız, bunu herkes biliyor fakat henüz bir satır bile çıkmadı mı?
Diyete başladınız, niyetiniz sözüm ona tamamdı ama yapamıyor musunuz? Suçlu pis diyetisyende mi?
İşinizde istedikleriniz bir türlü hayata geçmiyor mu? "Aaah başka ülkede doğacaktınız ah" mı?
Gitar çalacaktınız, bir dil öğrenecektiniz, evlenecektiniz, alkolü bırakacaktınız, kendinize herhangi bir şey katacaktınız... olmuyor mu?
Peki sizin gözünüzde ve dilinizde suçlu hep diğerleri mi? Çevreniz mi? Eşiniz mi? Patronunuz mu? Hayat şartları mı? Yolunuzdaki taşlar mı?
İçinizden sürekli; "Hele bir pazartesi olsun da", "Bu yıl söz", "Yarın başlıyorum", "Tatilden sonra" gibi teselli cümleleri mi kuruyorsunuz?
Hayatınızın ve şu anda olduğunuz kişinin suçunu birilerine, hedefinizi de hep yarına mı bırakıyorsunuz?
Bunu ben öyle sık yapıyorum ki... "Yapılmayı bekleyenler ve içimi kemirenler" listem öyle kabarık ki...
Bazen aynaya bakmaya utanıyorum vallahi.
İyi de neden hep erteliyorum? Neden olduğum kişiyi sevmiyorum?
Neden seveceğim kişi olmuyorum? Salak mıyım?
Kendime bu kadar işkence etmemin, değerimi kendi gözümde azaltmamın nedeni ne olabilir?
Sizinki ne olabilir?
İşte bunu buldum! Onun adı; direnç!
Dört bir yanımı sarmış en büyük düşmanım oymuş meğer; direnç.
Tam ayağa kalkacakken, kendim için iyi bir şey yapmaya başlayacakken beni durduran, "Otur yerine" buyuran, ayaklarımı bağlayan şey oymuş meğer; direnç!
Eminim sizin de yapmak için arabaya binip yarı yolda indiğiniz, yapamadığınız hatta başlayamadığınız için öfkelendiğiniz, kendinize kızdığınız öyle çok şey vardır ki.
Kendini gerçekleştirememenin faturası ne kadar ağırdır değil mi?
Vergisi de acayiptir yani; boşuna patlayan sinir nöbetleri, depresyon, aile ve arkadaşlarla kavga, sürekli bir memnuniyetsizlik hali, başarılı insanlara öfke, her önüne geleni eleştirme gibisine çirkin efektlerle süsler bünyemizi.
Sonra gelsin bağımlılıklar. Ne gibi bağımlılıklar? Mesela alkol, uyuşturucu, aşırı yemek, televizyon, internette dolaşma hatta seks.
Hepsi uyuşturmak için. Hepsi düşünüp de gerçekleştiremediklerimizin cezasını kendi kendimize çektirmek için. Belki de düşünmemek için.
Bir kitap düştü elime. Kitap ele düşer mi? Bazen düşer. Sen onu aramazsın ama o küt diye eline, başına, taş kafana düşer işte. Oku beni der.
Önce "Amaaan bu da bildiğimiz Kişisel Gelişim saçmalıklarındandır" dedim. Sonra okumaya başladım. Okudum, okudum sanki bir kova buzlu suyla yıkandım.
Gerçekten bu kez bir kitapla silkelendim.
Kitabın adı "Yaratma Savaşı".
Yazarı; "Steven Pressfield".
Okuyanus Yayınları'ndan çıkmış, bize dirençle savaşmayı, kendimize bakmayı, biraz oyun oynamayı, içimizdekini hayata vermeyi öğretiyor. Aslında o kafamıza gözümüze vurarak rehberlik yapıyor.
Ve ben tanıştığımızdan beri acayip iyi hissediyorum. Ertelemenin, oyalamanın, bedenimi uyuşturmanın, "bir şeyler eksik ama ne" kaygısının sonuna gelmiş bulunuyorum.
N'olur siz de okuyun. Eminim bir yerinden işinize yarayacak.
N'olur siz de bir adım atın, belki hep "bir şeyler eksik" olacak ama yarını beklemekten, öfkelenmekten siz de vazgeçin artık.
Hadi lütfen.
Unutma: Bugün, her şey bugün ve her şey sensin. Yapabilirsin be usta, yapabilirsin.