Cumartesi akşamı İstanbul Harbiye'deki Lütfü Kırdar'da, Kürt sorunu gibi en sert siyasi meseleyi bile, yüzünden eksilmeyen "tebessümüyle" anlatmaya çalışan Orhan Doğan anıldı.
Hem de zamanın ruhuna, rahmetli Doğan'ın uğruna acılar çektiği, mahpuslar yattığı "Barış" adına bir ödülle...
Orhan Doğan'ı 1987'de Cizre'de avukatlık yaptığı yıllarda tanıdım. Sonra onu, yüzünden eksilmeyen gülümsemesiyle tüm Türkiye tanıdı.
Ama şunu da unutmadı. Onun, Meclis'ten polis zoruyla alınıp, siyasi tarihimize kara bir leke olarak geçen, arabaya aşağılanarak sokulmasını...
Unutmadı çünkü aslında aşağılanan o değil, cumhuriyetin başından beri itilip kakılan "millet iradesi"ydi.
Doğan, o iradeye inandığı için dokunulmazlığını kaldıran Meclis'e şöyle seslenebiliyordu:
"Yargı yolunun şahsıma açılmasının, toplumsal uzlaşmaya, halkların kardeşliğine ve iç barışa katkı sunmasını dilerim."
Onun barış dileğine DGM'nin cevabı 15 yıl mahkûmiyet oldu. Sonrası malum. AİHM Türkiye'yi mahkûm etti ve Yargıtay da 2004'te beraat verdi.
Lütfü Kırdar'da Doğan'ın kısa hayat hikâyesini izlerken çevreme baktım. Yaşar Kemal'den Prof. Dr. Ayşe Soysal'a, Gülten Kaya'dan yeni kuşak gençlere, yüzlerce insanın yüzünde barışa inancın kararlılığı vardı.
O inancın Orhan Doğan Barış Ödülü'ne layık gördüğü de bu coğrafyanın farklı seslerini, ritmini, renklerini yıllardır bize aktaran Kardeş Türküler'di.
Kardeş Türküler'in her dilden şarkıları, Mahir Günşiray'ın Cahit Sıtkı Tarancı'dan okuduğu "Memleket İsterim" şiiri, Türkiye toplumunun ortak özlemiydi:
"Memleket isterim/ Ne başka dert, ne gönülde hasret olsun/ Kardeş kavgasına bir nihayet olsun."
Slogansız, sade, her şeyin kıvamında olduğu ve tam da Orhan Doğan'ın zarafetine, içinden geçtiğimiz barış sürecinin de hassasiyetine yakışan bir geceydi.
Barış Meclisi Dönem Sözcüsü Hakan Tahmaz ve emeği geçen herkesi kutluyorum.