Başından beri Gezi Parkı direnişiyle "çözüm süreci" arasında bir bağ olduğunu düşündüm ve şüphelendim.
Çünkü Gezi Parkı'na sahip çıkan bir avuç yeni kuşak genç dışında, oraya destek verenlerin büyük çoğunluğu bu sürece karşıydı. Bunu da her fırsatta dile getirdiler. Akil İnsanlar'a yönelik kampanyada olduğu gibi.
Böylesine önemli bir sürece karşı çıkanların demokrasi talebini doğrusu aklım almadı. Bunu da 2 Haziran'da yazdım:
"Gezi Parkı'nda başka bir şey yaşanıyor. Bir yanda polisin aşırı şiddet kullanması, öte yanda siyaseti nefret aracı olarak kullananlar olayları, ağaç tepkisinden çıkartıp iç savaş arzusu taşıyanların tehlikeli oyununa dönüştürüyor.
Türkiye 100 yıllık Kürt meselesi gibi devasa bir sorununu siyasetle çözmeye çalışarak eski sistemi değiştiriyor. Olayların büyümesinin en önemli nedeni bu..."
Bu gerçeği Gezi Parkı'nı gezerken de gördüm. Nedense 100 yıllık bir sorunun çözümü oraya gelenlerin ilgi alanında değildi. Taksim Platformu'nun talepleri arasında da her şey vardı ama Kürt sorunu yoktu.
O izlenim yazısının sonunu şöyle bitirmiştim: "Son olarak benim için turnusol kâğıdı görevi yapacak bir soru soruyorum: 'Beş aydır Türkiye'de tek şehit haberi gelmiyor. Çözüm sürecine destek veriyor musunuz?'
Aldığım 'İçeriğini bilmiyoruz' cevabı ne yazık ki 'Yeni Türkiye'nin cevabı değildi." Aslında bu cevapla Gezi Parkı'na destek veren partilerin tavrı da örtüşüyordu. Başbakan Erdoğan'ın "Çözüm süreci"ni başlatması o partileri çıldırtıyordu.
Kürt sorununu çözen bir siyasi liderle baş etmenin zorluğunu gördüler ve Gezi olayını "çözüm süreci"ni kilitleyecek bir fırsata dönüştürdüler.
Başarısız da sayılmazlar... Gezi'nin ilk siyasi faturası çözüm sürecini zora sokmak oldu. Siyaset dili çok değişti ve biraz da sertleşti. Umarım bu dil değişikliği konjonktüreldir ve bir an önce değişir.
Türkiye'ye ve barış sürecine kurulan bu derin tuzağı aşmanın başka yolu yok.