Mehmet Ali Birand son günlerde arka arkaya çok önemli yazılar yazdı. Bu yazılarla son dönemin en çarpıcı özeleştirisini yapmış oldu bir anlamda. Merkez medyaya yön verenleri kastederek şöyle diyordu:
"Bizim için öncelik parlamento ve demokrasi değildi. Genelkurmay daha önemliydi. Bundan daha normal bir şey olamazdı ki. Bizler öyle yetiştirildik. Genlerimize belki de farkına varmadan darbecilik işlendi."
Yıllardır TV programlarında nefes tükettiğimiz, köşelerimizde tartıştığımız konuların özeti bu işte. Birand çok net ve açık biçimde bütün o tartışmaları bir tek cümleye sığdırdı:
"Genlerimize belki de farkına varmadan darbecilik işlendi."
Ergenekon dava sürecini "torbaya döndü" diye küçümseyen, darbe günlüklerini, kafes eylem planlarını "kâğıt parçası" olarak niteleyen ve generallerin tutuklanmalarını "TSK yıpratılıyor" diye yorumlayan zihniyet aynı genetik kodu taşıyordu.Genlerine darbecilik işleyenler, darbe girişimini de, darbe kışkırtıcılığını da makulleştiriyor, askerin müdahalesine de, sivilleri aşağılamasına da hoş bakıyordu. Sivil asker ilişkilerinde AK Parti'ye negatif bakışın altında da bu genetik bozukluk vardı.Hatta CHP'deki değişime "AKP'lileşiyor" diyenler de aynı genetik kodun mensuplarıydı.
Bu zihniyetin nasıl çalıştığını, birkaç gün önce CNNTürk'teki "Medya Mahallesi" programında Ayşenur Arslan' ın konuğu Mehmet Ali Birand bir kez daha deşifre etti.Programda Arslan, Birand'a "Askeri hep laik kesim kışkırttı" sözünü hatırlatınca şu cevabı aldı:
"Bizim için Genelkurmay Parlamento'dan daha önemliydi. Medya olarak askerlerin her dediğini yapmadık mı?"
Deneyimli medyacı Ayşenur Arslan'ın cevabı 'doğal' olarak "Yapmadık" oldu ama Birand'ın cevabı ders niteliğindeydi:
"Fethullah Gülen'in kasetlerini getirdiler, yayınladınız. Nerden geldi o kasetler? Bir yerlerden geldi. Onu yayınlayın dediler, yayınladınız. Bunu yayınlayın diyen Genelkurmay..."
Aslında bu konu beni de ilgilendiriyor. Şimdi Ergenekon sanığı olarak yargılanan Soner Yalçın ve şürekâsı sık sık bu kasetin yayınlanmasıyla benim ilişkim olduğunu ileri sürüp durdular. O dönemde atv Haber Müdürü olduğumu gerekçe gösteren bu odaklara göre, güya o kaseti yayınladıktan 10 yıl sonra gidip Fethullah Gülen'den özür dilemiştim. Bunun yalan olduğunu birkaç kez yazdım ama ne mümkün. Onlar yine bildiklerini okudu. Gerçeği bilen Ali Kırca ise hep sustu. Nihayet Arslan dün şunları söyleyebildi: "Ali Kırca'ya gönderildi. Nasıl geldi bilmiyorum, bilsem de zaten söylemem."
En azından bu gerçeğin ortaya çıkması bile iyi. Sanıyorum Soner Yalçın ve "iftira odası" artık susar.
Bu arada Ali Kırca'nın da artık "devrimci" geçmişi adına o kaseti kimden aldığına dair bir özeleştiri yapma vakti gelmedi mi?