Türkiye'de yargı sisteminin iyi işlemediği ve yıllardır adaletsizlik ürettiği biliniyor.
1994'te Adliye Koridorları programına başladığımda manzara bugünkünden vahimdi.
İlk programda yargıçların önündeki dosya dağlarından, uzayan duruşma sürelerinden ve yetersiz altyapıdan söz etmiştim.
Ama o dönem daha vahim olan bir şey vardı; adalet sistemi işlemediği için devreye mafya ve çeteler girmişti.
Bugün mafya ve çeteler devrede yok ama adaletsizlik hâlâ sürüyor. Hem de inanılmaz biçimde. Bir insanı 10 yıl 15 yıl tutuksuz yargılayan bir sistem adalet üretebilir mi?
Peki, neden böyle oluyor?
Bir kere "Adalet mülkün temelidir" sözünün havada kaldığı bir devlet sistemimiz var. Devlet-toplum ilişkisinde adaletin "A"sı bile yok.
Adalet üretmeyen devlet, ne bireyi ne de bireyin kimliklerini önemsedi.
Dindarını, Kürdünü, Alevisini, Romanını ve azınlıklarını adam yerine koymadı.
Bırakın saygı göstermeyi tam tersine yıllarca "iç düşman" gözüyle baktı.
İşte yargı bu yapının bir parçası... Birkaç yıl önce yapılan bir kamuoyu araştırması, yargı mensuplarının büyük çoğunluğunun toplumu değil, devleti kutsayan bir tavır içinde olduğunu gösterdi
Söz konusu olan "bağımsız ve tarafsız" yargı değil, "devletin yargısı"ydı.
Devlet de bilinçli bir şekilde yargıyı hep ihmal etti. Adam gibi bütçe bile ayırmadı.
Geçmiş yıllarda savunmaya en büyük bütçeyi ayıran devlet, ancak son birkaç yılda sağlık ve eğitimi ön plana çıkarabildi. Adalet Bakanlığı bütçesi halen en alt sıralarda, yüzde 1'in altında... Diyanet İşleri Başkanlığı bütçeyle aynı...
Bu gerçeğe rağmen AK Parti'nin ikinci iktidar döneminde adliyelerin fiziki yapılarına ilişkin önemli adımlar atıldı. Ancak AB raporlarında sürekli dile getirilen yargı reformu konusunda ne yazık ki bir şey yapılmadı?
Peki, neden?
Hükümetin reformları ağırdan almasının kuşkusuz etkisi var ama asıl etken "Yüksek Yargı" ile AK Parti hükümeti arasındaki siyasi kavgaydı. Yüksek Yargı, AK Parti'nin kendi cumhurbaşkanını seçme ihtimalinin ortaya çıktığı 2006'dan bu yana hükümetle açık açık kavga etmeye başladı. Ne "İstinaf Mahkemeleri" gibi yeni mahkemelerin devreye girmesine taraftar oldu, ne de yeni hâkim ve savcı kadrosu atamasına izin verdi.
Bu iki konuda Adalet Bakanlığı'nın yaşadığı çaresizlik dikkat çekici...
Alın hâkim ve savcı atamalarını...
Adalet Bakanlığı, 2006'da hâkim ve savcı almaya kalkınca devreye YARSAV giriyor ve Danıştay'a başvuruyor; "Mülakat mevzuata uygun değil."
Danıştay da 13 Kasım 2006'da yürütmeyi durduruyor; "Hâkim ve savcı alamazsınız..."
O gün bugündür bu iktidar yargıya hâkim ve savcı alamıyor. Dahası Bakanlık olarak, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'na başvuruyor ama başvurusuna iki yıldır cevap verilmiyor.
Benzer bir durum İstinaf Mahkemeleri'nin kurulmasında da yaşandı. Bu mahkemeler devreye girebilseydi belki Yargıtay'ın üzerindeki yük azalacaktı.
Ancak ne yargı mensupları ne de muhalefet bu mahkemelerin kurulmasını istedi.
İşte CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in o günlerde bu konuda söyledikleri:
"İstinaf mahkemeleri, yargının hiçbir zaman yükünü azaltmayacaktır. Bunun aksine son günlerde Türkiye'de eyalet sistemi ve özerk yapı söylemlerini sömürmek isteyenlere fırsat tanıyacaktır."
Aynı şeyi YARSAV'ın eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu da söyledi:
"Bu yolla Yargıtay'ın devre dışı bırakılması ve eyalet sistemine geçilmesi amaçlanmaktadır. İş yükü gerekçesi bu işin maskesi olarak kullanılmaktadır."
Türkiye'de yüksek yargı son yıllarda ciddi "siyasi" bir tavır içine girdi. Referandum öncesi de benzer çıkışlar yapan yüksek yargı, şimdi seçim sürecine giden Türkiye'de iktidarı yıpratmak için "ince" hesaplar yapıyor.
Ne yazık ki, bu hesaplar sadece iktidarı değil, yargıyı da Türkiye'yi de zayıflatıyor dahası toplumun vicdanını sızlatıyor.
'Mülk'ün temelinde adalet yoksa olacağı bu...