Rusya'nın batıya açılan kapısı St. Petersburg'dayız. Türkiye'ye soğukların, karın yeni geldiği bugünlerde Petersburg eksi 10'larda ve kar altında. Yoğun kara rağmen şehir normal yaşamına devam ediyor.
Başkent Moskova, Ankara'ysa St. Petersburg da İstanbul. Rusya'nın kültür başkenti... İstanbul'la tarihi derinliği kıyaslanmaz ama 300 yıllık St. Petersburg daha bir tarih kokuyor. Dostoyevski, Puşkin, Gogol ve Gorki'nin yaşadığı bu kent, tam 42 ada üzerine kurulmuş. Biraz Roma, biraz Venedik olsun diye kurulmuşsa da kendi kimliği olan bir kent. Bu kadar şık ve birbiriyle uyumlu yapıları olan bir kent pek azdır sanıyorum.
Görenlerin dikkatini çekti mi bilmiyorum, bir ada şehir olan St. Petersburg'u gezerken caddelerinde ağaç olmadığını fark ettim. Anladığım kadarıyla o muhteşem mimari yapıları insanlardan saklamamak için, bu yol tercih edilmiş. Bizde ise tam tersi söz konusu. Örneğin 3 bin yıllık İstanbul, bir yandan çirkin yapılarla kuşatılıp yeşili talan edilirken, bir yandan da devasa ağaçlarla tarihi yapılar görünmez hale getirilmiş.
St. Petersburg'a öldürülen gazetecileri anmak ve geride kalan ailelerine destek olmak için düzenlenen bir etkinliğe katılmak için gelmiştik. Ama sadece bununla yetinmedik, hem şehri gezdik hem de Türkiye- Petersburg ilişkilerine baktık. "
15 milyonluk pazar"
İşin doğrusu Baltık kıyısındaki bu şehir sadece coğrafi açıdan değil, siyasi ve ekonomik açıdan da Türkiye'ye bir hayli uzak. Öylesine uzak ki, 1850'lerde Osmanlı döneminde bu şehirde temsilcilik varken, Cumhuriyet sonrası bırakın temsilciliği ilişki bile yok. Nihayet Sovyet sisteminin yıkılmasından sonra, 2007'de bu şehirde Türkiye konsolosluğu açılıyor.
Oysa 5.5 milyonluk kent merkezi ve 10 milyonluk çevresiyle St. Petersburg ciddi iş ve eğitim potansiyeli olan bir bölge. İlişkilerin zayıflığına rağmen son 10 yılda çok sayıda işadamı burada önemli işler yapmış. Konut, otel ve alışveriş merkezlerinde ağırlıkla Türklerin imzası var. Yüze yakın öğrenci ise lisans ve lisansüstü eğitim görüyor.
Türkiye ile Rusya İşadamları Derneği Başkanı Adnan Öztürk şöyle diyor:
"Petersburg çevresiyle 15 milyonluk bir pazar. Türkiye yeterince ilgi göstermiyor ama ilgilense çok büyük olanak var."
Bir akşam Türkiye Konsolosu Mehmet Çınar'ın konuğu oluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin kiralık mekânda temsil edildiğini öğrenince şaşırıyoruz. Konsolos Çınar, yeni bir yere taşınacaklarını söylüyor. Yine de merak ediyoruz Rusya, İstanbul'da Beyoğlu, Adalar ve Boğaz'ın en güzel yerlerine sahipken Türkiye'nin Petersburg'da yer bulamaması ilginç değil mi? Yoksa son yıllarda çok yönlü dış politikaya imza atan Dışişleri Bakanlığı Petersburg'a yeterince ilgi göstermiyor mu?
Kanlı Katedral, Tatar Camisi
Petersburg adeta saraylar ve kiliseler şehri. Her binası saray gibi olan kentin, gerçek sarayları ve kiliseleri gerçekten muhteşem. Şehri gezerken ilk durağımız Hermitage Müzesi oluyor. Bizim Deli Petro, Rusların ise "Büyük" diye nitelediği 1'inci Petro'nun yaşadığı saray 4 binadan oluşuyor. Şimdi müze, sanat ve tiyatro salonu olarak kullanılıyor. İçindeki eserlerin tümü kurulduğu dönemde ve sonrasında para ödenerek satın alınmış.
Da Vinci'den Michelanjelo'ya, Picasso'dan Van Gogh ve Rembrandt'a, onlarca eseri görmek mümkün.
Müzeden sonra sırasıyla Kanlı Katedral, İshak Katedrali, Tatar Camisi ve Petersburg'un ilk kurulduğu kaleye gidiyoruz. Kale'nin içinde halen para basılan darphane ve cezaevinin ünlü konukları arasında Dostoyevski, Gorki ve Troçki gibi ünlü yazarlar ve siyasetçiler de var.
Rehberimiz Sergey Kyechanov Rusya tarihini anlatırken ara ara Osmanlı İmparatorluğu'yla ilişkilerine de değiniyor. Ve bir ara bizde çok konuşulan Katerina, Baltacı Mehmet Paşa ilişkisini anlatıyor:
"Katerina'nın Baltacı'nın çadırına gitmesi sadece folklorik bir unsur. Gerçekte 1'nci Katerina sadece mücevher göndermişti. Ve Moldova'da yapılan Prut Savaşı'nı Osmanlı kazandı. Ancak İsveçlilerin ihbarı yüzünden Baltacı'nın başı gitti."
Petersburg'un 300 yıllık tarih serüvenini izlerken, insanlığın da hangi savaşlardan bu noktaya geldiğine tanık oluyor insan... Ama en dehşet vericisi hiç kuşkusuz Alman faşizminin yarattığı İkinci Dünya Savaşı... O savaşın izlerini bir parça da olsa Savaş Müzesi'nde gördük. Sadece Sovyetler 20 milyon insanını kaybetti o savaşta.
Kısa filmde savaşın dehşetini görüp irkilmemek ne mümkün. Her izleyenin aklından geçtiği gibi o görüntüleri görünce ister istemez bugünle kıyaslayıp isyan ettim:
"İnsanoğlu ne büyük acılar yaşamış... Peki, ne uğruna? Milyonları yok edenlerin eline ne geçti? Bu acı tabloyu görüp de hâlâ sorunları savaşarak çözmek isteyenleri anlamak mümkün değil."
Belki de arada bir insanlara savaşın o dehşetli yüzünü gösterip hatırlatmakta yarar var.