Türkiye'nin en siyasallaşmış kenti Diyarbakır'dayız. Diyarbakır siyasetle yatıp siyasetle kalkıyor.
Nereye gitsek referandum, boykot kararı ve Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'a gelip nasıl bir mesaj vereceği konuşuluyor.
Aslında medya ve muhalefetin yükselttiği bir beklenti bu... Sokaktaki Diyarbakırlının beklentisi daha makul...
Olanları da açık açık söylüyorlar:
İlk sırada 13 Eylül'ün yeni bir anayasa için başlangıç olması var. İkincisi de ateşkesin 20 Eylül'le sınırlı kalmaması...
Bu iki talebe BDP'nin çekirdek tabanı da katılıyor. Ancak boykot demekten de kendilerini alamıyorlar. BDP'lilerin ruh halini dünkü Sabah'ın manşeti çok iyi anlatıyordu: "Dilinde boykot, gönlünde evet..." Özellikle tabandaki BDP'liler bu acı gerçeği çok net dile getiriyorlar.
Ve yaşadıkları paradoksu anlatmakta zorlanıyorlar.
Ofis semtiyle Bağlar arasındaki bir mekanda Diyarbakırlılarla bu konuyu konuşuyoruz.
Bir BDP'li şöyle diyor;
"Biz farklı bir siyasi partiyiz. Bu farklı tavırla siyasetin gündemini belirledik. Bizi muhatap almayanlar gücümüzü görecek..."
BDP'linin bu yaklaşımına bir başka Diyarbakırlı cevap veriyor:
"13 Eylül sabahı Kürtler adına ne kazanmış olacaksınız? Vesayet rejimine bir biçimde darbe vuran bu değişime karşı çıkmak hayıra destek olmaktır. Sadece 12 Eylül darbesini yapanların mahkemelerde yargılanması için bile Kürtlerin evet demesi gerekiyor. Hayır çıktığında bu halka ne cevap vereceksiniz?"
Mini oturumda Yüksek Yargı mensuplarının yayınlanan ses kayıtlarında yer alan "Öcalan'a ihtiyacımız var" talebi de tartışılıyor.
BDP'liler dahil herkesin kafasında ciddi soru işaretleri oluşuyor.
Bu tartışmaya ara verip Başbakan Erdoğan'ın konuşma yapacağı miting alanına gidiyorum. Saat 15.30'da başlayacağı beklenen miting 16.45 gibi başladı. Aşırı sıcağa rağmen ciddi bir kalabalık vardı. O kalabalığın arasında dolaşırken 12 Ağustos 2005 tarihindeki Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasını hatırlıyorum. O konuşmayı "geçmişle yüzleşme" olarak nitelemiştim.
Peki, şimdi Başbakan Erdoğan nasıl bir konuşma yapacak?
Ne konuşacağını izleyeceğiz ama Diyarbakırlıların beklentisini en sade biçimde Eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu özetliyor:
"Bölge halkı, öyle büyük bir beklenti içinde değil. Yeni anayasa yapma sözü zaten verilmiş durumda.
Eğer burada simgesel önemi olan Diyarbakır Cezaevi ile ilgili bir açıklama yaparsa anlamlı olur. Şiddeti orası doğurdu barış yolu da oradan açılabilir. Cezaevinin boşaltılması yeni bir başlangıç olabilir."
Başbakan Erdoğan 2005 yılındaki konuşmasında Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Memleket İsterim" şiirini okumuştu. Beş yıl sonra, Ahmed Arif'in "Seni baharmışsın gibi düşünüyorum, seni Diyarbakır gibi" diyordu.
Ve sözü cezaevlerinde yaşananlara, faili meçhul cinayetlere getirerek şöyle devam ediyordu:
"Mahpus damlarında çürümenin nasıl bir duygu olduğunu, fikirlerinden dolayı hapislerde yatanlara bakarak, başörtülülerin okul kapılarında kalmalarını iyi biliriz. Ensesine kurşun sıkılıp failleri ortaya çıkmayan sistemin acısını biliriz. Köylülere edilen eziyeti biliriz. Köylerin meraların yasaklanmasını, oğluna gidip de tek kelime Kürtçe konuşamayan hapishaneye gelen anne feryadını biz biliriz biz..."
Ve beklenen açıklama geliyor, Başbakan Erdoğan Diyarbakır Cezaevi'nin kapatılacağını söylüyor.
Alkış kopuyor. Ama en çok alkışı hiç tereddütsüz bölge insanının yüreğinde derin izler bırakanlar alıyor:
Başbakan Erdoğan şöyle diyor:
"Orhan Miroğlu'nun yarasını bizler unutamayız. Diyarbakır Cezaevi'nde 7 yıl işkence gören Abdürrahim Emavi'nin çilesini, Şivan Perwer'in çilesini, Ahmet Kaya'nın gurbette vefatını hatırımızdan çıkaramayız, görmezden gelemeyiz. Çünkü biz bu toprakların çocuklarıyız."
Miting meydanını geride bırakırken aklımıza DP'li Hamdullah Güleken'in şu sözü takılıyor:
"13 Eylül sabahı hayır çıkarsa, yeni bir anayasa ne olacak? Ve en önemlisi boykot diyen Kürtler ne kazanacak?"