Nihayet anayasa paketiyle ilgili oylamada maddeler 330'un üzerinde oy alarak ilk adım atıldı. Şimdi sıra 2 Mayıs'ta yapılacak ikinci oylamada.
Buraya kadar kopan fırtınanın bir tek nedeni vardı: Yüksek yargıya dokunmak ya da dokundurtmamak. Oysa hepimiz biliyoruz ki sadece yüksek yargı değil, tüm yargı sistemi derin bir çöküntü içinde. Ve topyekûn bir yargı reformuna ihtiyaç var.
Mevcut yargı sisteminin, sadece bugün değil, dün de adalet yerine adaletsizlik ürettiğini bu ülkede bilmeyen yok.
Peki, gereği neden yapılmıyor? Siyasetin işi bunu yapmak değil mi?
Anayasa paketiyle atılan adım belki bu doğrultuda yeni bir kapı açacak. Ama ben yine de son tartışmaların yarattığı fırtınanın gölgesinde kalan bir konuşmayı hatırlatmak istiyorum.
Sözünü ettiğim, birkaç gün önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın, mahkemenin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmaydı. İçinde eleştirilecek yanlar olabilir ama yargıya ilişkin tespitleri çok iç acıtıcı ve gerçekçiydi.
İşte o konuşmadan ilk iç acıtıcı tespit:
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nün 2009 sonundaki verilerine göre; ülke genelinde cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklu sayısı 116 bin (yüz on altı bin) civarında. Bunun 60 bini tutuklu, 56 bini ise hükümlüdür. Yani cezaevlerinde yatanların yüzde 52'si tutuklu... Kılıç bu sonucu şöyle yorumluyor:
"Çağdaş ülkelerle kıyas edilemeyecek kadar tutuklu barındıran ülkemizdeki bu tablo kimseyi rahatsız etmez iken, itibarlı, rütbeli, makam sahibi insanlar bu sayıya dahil olduklarında yargıçların tarafsız olmadığı, usul yasalarının yanlış ve yanlı uygulandığı iddiaları söylenir hale geldi."
Şimdi de Yüksek Yargı'daki rakamlara bakalım...
2009 verilerine göre Yargıtay Başkanlığı'nın iş yükü şöyle:
Ceza dairelerinde geçen yıllardan devirlerle birlikte 520 bin, Hukuk dairelerinde 480 bin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda ise 600 bin dosya var. Ve bir sonuç: Bir ceza davasının başlamasından kesinleşmesine kadar geçen ortalama süre 4 yıl.
Bu tablonun neden yaratıldığını ise Anayasa Mahkemesi Başkanı şöyle özetliyor:
"Yasama, yargı ve yürütme gücünü kim kullanırsa kullansın, yasal güvencelerin arkasına saklanarak hukuk dışı yöntem ve yollarla ülkeyi, demokrasiyi ve cumhuriyeti kurtarma düşüncesinden vazgeçmelidir. Toplumun geleceğe dair korkuları yıllarca istismar edilerek kullanılmış, hukuk dışı davranışların, işkencelerin, faili meçhullerin meşru zemini oluşturulmaya çalışılmıştır. 'Kurumlar yıpranmasın' anlayışının arkasında ülkeye nasıl bir bedel ödettirildiğinin farkında olduğumuzun bilinmesi gerekir."
Yargı reformu
Bu tespitler ve rakamlar bana 1994'te yapımcılığını yaptığım atv'de yayınlanan Adliye Koridorları programını hatırlattı. Mafya babalarının adalet dağıttığı, Susurluk skandalının patladığı o yıllarla bugünler arasında yargı açısından ne yazık ki değişen pek bir şey yok. İhtiyaç hep aynı: Yargı reformu...
Kılıç da konuşmasında bu ihtiyacın altını çiziyor:
"Halkımızın mutluluğu adına uygar dünya ile bütünleşmiş, her türlü siyasi ve ideolojik etkiden arındırılmış, hızlı ve etkin bir yargı sisteminin kurulması için acil bir yargı reformu zorunluluk haline gelmiştir. Nitekim AB ilerleme raporlarında da bağımsız, tarafsız, etkin ve hızlı bir yargının gerekliliğine işaret edilmiş, Türkiye ise Katılım Ortaklığı Belgeleri'nde bu engelleri ortadan kaldırmak için söz vermiştir."
Siyasetin bu reformu yapması gerektiğini belirten Kılıç, yargı mensuplarının yapması gerekenleri de şöyle sıralıyor:
"Yargı, sorunlarına ilişkin özeleştirisini yapma cesaretini göstererek çözüm yollarını doğrudan topluma önerebilmeli, çocukluk dönemine ilişkin hastalıklardan kurtulma zamanının geldiğini anlamalıdır. Bağımsızlığa ve tarafsızlığa teslim olmayı reddedenler ayakta kalamayacaktır."