Türkiye, bilim ve siyaset dünyasının değerli ismi Erdal İnönü'yü kaybetti. Sıcak siyasetle ilgilenenler onun adını en yoğun biçimde 12 Mart döneminde duydu.
ODTÜ'de öğretim üyeliği, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı ve üniversitenin rektörlüğünü yaptı. Öğrenci olaylarının en yoğunlaştığı o yıllarda özgürlükçü tavrıyla dikkat çekmişti.
Cumhuriyetin kurucu isimlerinden İnönü'nün bu mütevazi oğlu, siyasete hiç sıcak bakmadı. Ama kaderi onu 1980'lı yıllarda siyasetle mecburi buluşturdu.
Bu mecburiyet öyle belirgindi ki nereye gitse hissedilirdi.
Buna rağmen siyasete müthiş bir kalite ve seviye kattı. Katıksız bir demokrattı.
Ama bu kişiliği siyasetle hiç uyum sağlamadı.
Cemal Süreya onu belki de bu özelliği nedeniyle "demokrasinin utangaç jokeri" olarak niteledi.
1983 yılında SODEP'in başkanı oldu.
Sonra SODEP ile Halkçı Parti'nin birleşmesini sağladı.
Sadece solda değil, siyasetin tüm kesimleri arasında ciddi bir saygınlığı vardı.
Her kesime önyargısız bakabilen ender siyasetçilerden biriydi.
Ve daha önemlisi Türkiye'nin temel sorunlarıyla yüzleşmesi konusunda samimi bir çaba içindeydi.
Bu çabanın en çarpıcı örneğini 1991 yılında Türkiye'nin siyasi tarihinde bir dönüm noktası olabilecek bir girişimle gösterdi. O dönem Kürt kökenlilerin oluşturduğu HEP'le ittifak yaparak Meclis'e girmelerini sağladı.
Bu, Kürt sorununun tartışılarak demokrasi içinde çözülmesi için o güne kadar atılmış en önemli adımdı.
Sonu başarısız noktalansa da önemli bir adımdı.
Yine aynı yıl ilk kez Başbakan Demirel'le Diyarbakır'a giderek "Kürt realitesi" gerçeğinin dile getirilmesinde önemli rol oynadı.
Siyasetçi olarak tek bir ölçüsü vardı: Demokrasi...
Parti içinde de bu kurala hep uydu. SHP'de başlayan parti içi mücadelede hiç klasik siyasetçi yollarına sapmadı. O dönemde hatırladığım kadarıyla tam üç kez partinin genel sekreteri olan Deniz Baykal'la liderlik yarışına girdi. Her defasında yarışı kazandı ama parti içi bir "tasfiye"ye izin vermedi.
Sonunda büyük olasılıkla sosyal demokratların kendi aralarında yaşanan bu parti içi kavgalardan bıktı ve siyasetten uzaklaştı.
Kendisi siyasetteki yerini ilginç bir örnekle anlatıyordu:
- Benim siyasete girdiğimi duyan arkadaşlarımdan biri diğerini arayıp; "Duydun mu Erdal İnönü öldü" demiş.
- Öbürü şaşkınlıkla sormuş; "Niye?"
- Bizimki cevap vermiş; "Niye olacak siyasete girdi de ondan" Aslında siyasete farklı bir tat getirdi Erdal İnönü...
Kıvrak zekası, muzip ve nüktedan kişiliğiyle hafızalarımızda farklı bir politikacı olarak derin iz bıraktı.
Neden çok sevildiğiyle ilgili bir soruya şöyle cevap veriyordu:
"Ben diyorum ki fazla bir şey yapmadım, fazla bir şey yapmayınca çok seviliyorsunuz. Yapınca bu sefer eleştiriler ortaya çıkıyor, sevgi azalıyor. O yüzden de bizi seviyorlar."
Klasik siyasetin "omuzlara alma" kuralını da kendine göre engellemişti. SHP Genel Başkanı iken bir grup partili, Erdal İnönü'yü omuzlara almak istemişti. Bu tür gösterilerden hoşlanmayan İnönü, kıyafetine falan aldırmadan kendini yere atmış, kollarını ve bacaklarını açarak omuzlara alınmasına engel olmuştu. Nedenini de mesleki bilgisiyle açıklamıştı:
"Fizik kuralı, denge değiştiği için beni kaldıramadılar."
Siyasete renk katan bu bilge adamın siyasetten ayrılışı ise gerçekten hüzünlü oldu.
Onur Kumbaracıbaşı "İnönü'lü Günler" isimli kitabında köşkteki o son anı "ölü çıkmış bir eve" benzetiyordu.:
Onun siyasetten ayrılışı kötü bir geleneği yıktığı için mi yoksa gerçekten çok sevildiği için mi bilinmez ama toplumun takdirini kazandığı kesin.
Öyle ki siyasetçileri en çok eleştiren Leman dergisi bile o haftaki kapağına ünlü çizgi kahramanları koyarak şöyle sesleniyordu:
"Keşke gitmeseydin. Güle güle git..."
Evet, güle güle git, siyasetin "platonik" aktörü.