Çok iyi bir sürücüsünüz. Kullandığınız arabanın markası Ferrari ya da Doğan. Yol durumu ve hava şartları çok kötü. Kullandığınız arabanın markası ne olursa olsun farketmez, kaza yapar, tepetaklak gidersiniz.
İroni yapıyoruz. Arabalar Türkiye'nin bankalarını simgeliyor. Yol durumu ve hava şartları ise makro ekonomik verilerin özetini veriyor. Elbette bankacılık sisteminde makro politikaları politikacılar ve bürokratlar belirler. Patronlar ise mikro politikalarla yolunu çizer.
Ama ortada bir gerçek var.
Türk banka patronları çok korktu; yabancıları sigorta ve güvenlik çemberi olarak görüyor. Yabancıların kolları kanatları arasında rahat nefes alarak yaşamak istiyor. Eğer öyle olmasa Harvard'lı Hüsnü Özyeğin, borç para ve Doğan marka otomobille 1987 yılında kurduğu Finansbank'ı, bankacılık sektörünün 5 yıldır yüzde 40 büyüdüğü bir dönemde Yunanlı bölgesel bir banka olan NBG'ye satar mıydı? Tatlı kârları bir yana bırakıp, yeni pazarlarda risk alarak farklı bir yolculuğa çıkar mıydı?
Kerameti BDDK'da
Hüsnü Özyeğin artık Finanbank'ta yüzde 9.6'cı...
Çünkü sahip olduğu hisse o kadar.
Hoş, bir hafta önce MNG Bank'ı 160 milyon dolara Hariri Ailesi'ne satan Mehmet Nazif Günal da yüzde 9'cu .
Diyeceksiniz ki, ne var bu yüzde 9'da?
Çok şey var, çok.
Çünkü hissesi yüzde 10'un altında olan banka ortakları, yönetim ve denetim yetkisi ni kaybediyorlar. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yükümlülüğü nden kurtuluyorlar. Alım ve satımlarda BDDK iznine tabi olmuyorlar. Her şeyden önemlisi sorumluluk hukukunun sıkılaştırılmış yapısına takılıp kalmıyorlar.
Kaçıyorlar...
Direkten dönmedi
Türkiye son 20 yılda iki önemli bankacılık krizi yaşadı. Acaba, Finanbank 1994 ve 2001 krizinden nasıl etkilendi? Direkten döndü mü? Özyeğin ve ekibi diyor ki: "Hiç direkten dönmedik!"
Çünkü 1994 krizinde mevduat sayısı az olduğu için bankadan mevduat çıkışı olmamış. Nakitte olan banka kâr etmiş. Piyasa payını artırmış. 4 şubeyle ve elindeki nakit parayla 'kriz mağduru' değil 'kriz galibi' olmuş. 2001 krizi ise bambaşka bir sonuç doğurmuş. Kriz derinleştikçe kredi kullanamayan reel sektöre krediler açmış. Özyeğin bizzat kendisi hiçbir bankanın kredi vermediği, o kadar paraya ihtiyacı olmadığı halde Finansbank'tan 40 milyon dolar kredi isteyen bir müşteriye inadına 60 milyon dolar kredi bile vermiş.
Krizde Anadolu adım adım gezilmiş...
Risk alınmış, korku dolu günler yaşanmış ama 6 yıl sonra Finansbank satılmış. Artık Özyeğin, yurtdışındaki bankalarının patronu. Türkiye'de edindiği ulusal bankacılık bilgisi dahil, bilgi ve becerisini farklı ülkelerde gösterecek.
Hayret ediyorum.
Bir türlü 'Ulusal bankacılık sisteminin altyapısını' kuramıyoruz. Gereksiz yere "yabancıların banka alımlarına sınırlama getirelim" diye tartışmasını yapıyoruz. Küresel bankacılık bu ülkenin politikacısı, bürokratı ve uslanmaz sermayedarı için inanın ki, 'terbiye sopası.'
Ama ulusal sermaye de korkmamalı!!!