Darı ambarı üzerinde açlıktan ölmek... Bu, elindeki zenginliği hayatla ilişkilendirme becerisinden yoksun olanlar için söylenir. Bizi ne kadar çok anlatıyor, şaşarsınız... 4 mevsim 7 iklim, havası, suyu, toprağı, fauna ve florasıyla, bırakın gıdada dışa bağımlılığı, etrafındaki coğrafyayı doyurma potansiyelimize rağmen, hale bakın.
Mesela balıkçılık, biyo çeşitliliğimiz inanılmazdır, 3 tarafımız denizle çevrilidir ama Paris, Madrid ve Roma hallerinden daha pahalı balık yiyoruz. Ezbermatik tuşuna basıp derhal "devlet desteklemiyor, bu yüzdendir" demeyiniz. Zira balığa çıkan teknenin yakıtına dek yığınca destek var balıkçılığa. Ama balığı yeterince tüketemiyor, fiyatını da coğrafya avantajımıza rağmen indiremiyoruz.
Neden sizce? Nerede hata yapıyoruz? Devlet desteği var ama balıkçılığa dair politikamız yok. Eskiden Et-Balık vardı, soğuk hava depolarıyla, bol iken saklar kıt iken satar ve fiyatları düzenlerdi. Bunların yerinde yeller esiyor. 18 binden fazla tekne var ama zihniyet "kasaba balıkçılığı" ötesine varmış değil.
Yasadışı avlanmaktan balık alanlarını yağmaya dek tonlarca hata, ihmal, gaflet ve cehalet birleşiyor, ortaya "balığa hasret" balık ülkesi Türkiye çıkıyor. Bunun bir "kader" olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Misal dünya fındığının %70'ini çıkaran Giresun ve Ordu'dur ama küresel fiyatı, fındığı dahi olmayan Frankfurt belirler. Zira borsa şartları, depolama yatırımları ve finansal örgütlenme yoktur.
Başka bir örnek çaydır. Rahmetli Zihni Derin'in 1930'da Rize'ye getirdiği çay tarımı, 80 yıldır geliştirilmemiştir. Endemik türlerimiz dahi korunmamıştır. Borsasını 5-6 spekülatörün, balıkçığını 2-3 kabzımalın tekelinden kurtarmadıkça, bilimi denize, çaya, fındığa dost kılmadıkça kendi hazinemizin dilencisi olmayı sürdüreceğiz.