Dün böyle davranmıyorduk. Etrafımızdaki coğrafya değişiyor, seyrediyorduk. Ülkeler yıkılıyor, ülkeler kuruluyor, sistemler çöküyor, yenileri doğuyor; sadece izliyorduk.
Gerçi "yurtta sulh cihanda sulh" tutumuyla başımız fazla belaya girmedi ama oyun kurucu olamadığımızdan eko-politik eksende kazanımlarımız, daima "pasif" kaldı. İthal ikamemiz de böyleydi, dışa açık büyüme serüvenimiz de...
Bir tür "bekle ve gör" tutumu" sergiledik.
Bugün durum farklı.
Giderek daha da farklılaşıyor. Mesela Libya'daki pro-aktif tutum, olan biteni izlemek yerine, ona karşı pozisyon alan, yer yer yöneten, hatta risk yüklenip taraf olan bir dinamizm...
Küresel krizin ikinci dip kaygısı ve muhtemel derin durgunluk tehdidi, beraberinde Türkiye'yi ilgilendiren temel bazı kırılmalar sağlayacak gibi görünüyor. Bunlardan ilkini 2 yıl önceki birinci dalga krizde, ihracatımızdaki eksen kaymasıyla yaşadık.
Gördük ki, AB dışında da bir dünya var.
IMF'den sonra da hayat var. Bunu görmek yetmiyor, bu yeni duruma karşı pozisyon almak gerekiyordu. Eksenimizin kaydığı söylenen Güney ve Doğu kuşağında, yeni zenginlik alanlarıyla bütünleşme yolunda, eko-politik tavrımızı ortaya koyduk. Komşularla sıfır sorun siyaseti vizesiz ticaret alanı, dolar ve euroya alternatif mübadele araçları oluşturma ve diğerleri...
Libya'daki "kırılma noktasında" tam zamanında en yetkili temsilcimizle bulunmak, düne kadar denemediğimiz bir şeydi. Bugün, aktif dış politika davranışımız halini aldı.
Etliye sütlüye karışmayan ve tam da bu yüzden et-süt yüzü göremeyen eski pasif duruş yerine aktif tutum, eko-politik başarıları da beraberinde getirebiliyor ancak.