Yöresel kalkınma gayretlerini hatırlıyorum. Onlarca yıl, bütçeden aktarılan ve asla yeterli olmayan kaynakları, hak etsin, etmesin; "eşitlik" kriteri gözeterek dağıttık durduk. Nice krizler ve hiper enflasyon bedeliyle öğrendik ki; yöreleri "Ankara'da üretilmiş DPT malı" tek örnek planla kalkındıramıyoruz.
Şimdi biliyoruz ki belli yörelerde belli sektörlere odaklanmak ve sanayide kümelenmeyi sağlayarak rekabet avantajı peşinde koşmak daha akıllıca.
Fakat biz bu noktaya taşınana dek bu yeni yaklaşımı bizden önce hayata geçirenler, her zamanki gibi bizim önümüzde gidiyor.
Bunlardan biri de Çin. Ucuz işgücü ve ölçek ekonomisinin avantajlarıyla ülke sanayilerini kendi ülkelerinde vuracak kadar güçlü bir akım olarak karşımızda.
Bizler, çok ucuz ve giderek kaliteyi de keşfeden ürünleriyle nasıl baş edeceğiz diye düşünürken Çin, bir adım daha öne giderek, ürün kentleri oluşturdu bile.
Peki Çinliler bunu kendiliğinden mi yaptı? Hayır. Devlet, uzun vadeli stratejilerle yıllarca bıkmadan usanmadan bu kentlerin altyapısını oluşturdu.
Tasarlanan teşvik ve düzenlemelerle belli ürünlerde uzmanlaşmış insanları aynı yerde topladı. Bununla da yetinmeyip, aynı işi yapan insanları, rekabet yerine işbirliğine yönlendirdi.
Piyasadaki aktörleri, mesela kravat kenti tasarım örneğinde olduğu gibi, tasarımcısı, okulu, modacısı, malzemecisi hatta ambalaj ve etiketçisini var etti.
Bu aktörlerin birbiriyle buluşmasını, konuşmasını ve ortak hareket etmesini sağladı.
Şimdi sıra, tüm dünyanın iki yakasını, Çin Malı Kravatlarla biraraya getirmeye geldi. Bunu yaptığında, dünyanın diğer kravat üreticilerine karşı konulmaz bir rekabet avantajının da üzerine oturuyor olacak
Peki, bu öyküden bize ne? Ürün kentleri modelinde, eşsiz bir imkan olduğu için Çin'i ve kravatı örnek verdim.
Elinizde dünya için önemli "eşsiz" bir ürün var ve bunun %70'ini siz üretiyorsunuz. Beklenir ki kuralı; "siz" koyuyorsunuz. Zira altın kural şudur; "altını olan, kuralı koyar." Altın dediğimiz, fındık. Ama gel gör ki kuralı koyacak mecalimiz yok. Neden? Zira bırakın Ordu ile Giresun'un ortak hareket etmesini, aynı yerdeki iki üretici dahi, "ortak iş yapma" kültüründen hayli uzakta.
Piyasa yapıcı (marketmaker) olabilmek için gereken 250 milyon $'lık depo yatırımını dahi biraraya gelip yapamadık. Dünün üretim ve pazarlama anlayışına uygun tasarlanmış Fiskobirlik'i "ürün kentinin kural koyucusu" modeline yükseltemedik.
Çin'in ürün kentleri modelinde başardığı adımlar, Ordu ve Giresun için pekala "ilham verici" olabilir. Dünyada baskın üretici olduğumuz fındığın fiyatını kendimiz belirlemek için "hamasi nutuklar" atmak yerine, zorunlu birkaç adımı atabilsek, Türkiye için yeni zenginlik alanı tanımlayabileceğiz
Fındık için bıkmadan usanmadan sadık kalacağımız bir strateji, yıkıcı rekabet yerine fındığın tüm paydaşlarının işbirlikteliği, piyasa yapıcı gücü kullanabilmek için gereken 250 milyon $'lık yatırım, fındığa dair bütün uzmanlıkları bu iki kentte oluşturmak ve Ordu ile Giresun'u, "fındık kenti" ortak paydasında birleştirmek... Akıl da bunu söylüyor, dünya örnekleri de...