Mark Twain; "herkesin zengin olmak için yürümeyen bir planı vardır" der.
Anadolu'yu dolaşırken, Mark Twain'in bu sözü geliyor aklıma.
Zira her kentin zengin olmak için bir öyküsü var; fakat...
Fakatına gelince; öyküler birbirine çok benziyor.
Moda olmuş "zenginlik reçeteleri" üzerinden beyhude emekler, harcanan zamanlar...
Zenginlik planının yürümemesinin tek sorunu da "benzeşlikleri" değil. Plan dediğimize bakmayın, çoğu ham "proje fikri" düzeyinde. Planı olan hele ki buna sadık olan, zaten almış başını gitmiş, yarışta kendini ve kentini ayrıştırmış...
Dünün Anadolu Kaplanları'nın çoğu ya batmış ya da dönüşmüş. Batanların küllerinden yığınca yeni KOBİ doğmuş. Dönüşenler ise hızla "nitelikli KOBİ" olma gayretinde.
Bu nitelik ise, "zenginlik planlarının" giderek daha özgünleşmesinden geliyor.
Bunu firmalar bazında gayet net görüyoruz. Fakat Anadolu'yu gezerken kentlerin de artık "yürüyen plan" konusunda daha yüksek bir bilinç düzeyine ulaştığını fark ediyoruz.
Genel ezber, tarıma dayalı endüstriler, sanayi siteleri üzerinden kente gelecek çizmek ve turizm gibi "jenerik" kavramlardan oluşuyor. Fakat Antakya'nın turizm öyküsü ile Antalya'nınki farklı.
Hem de çok farklı.
Bu farkın belirginleştiği kentlerden biri de Antakya... Denizi olmadığı için zaten Antalya'ya öykünmesi mümkün değil. Aslında buna gerek de yok zira 3 bin yıllık tarihi ona, "inançlar kavşağı" bahtını sunmuş.
Antakya'nın yapması gereken; tam da bu "kendiliğinden ayrışmayı", turizm politikasının odağına koymaktan ibaret.
Koyuyorlar da... Gerek işadamları gerek yerel yönetim, bu farkın, ziyadesiyle farkında... Şükür ki Antakya için "ne?" sorusunun mimarisi zihinlerde tamamlandı. Şimdi sıra "nasıl?" sorusunun cevaplarını verecek mühendisliğe geldi.
Eğer "3 dinin kavşağında" duruyor ve inanç dünyasının "kadim aktörlerinden biri" iseniz, bu baht, sizin "yürüyen" zenginlik planınız olabilir.
Plan, yürümek için gerekli olsa da yeterlilik için başka adımlar şart. Antakya şimdi bu safhada... İnanç turizmi, Anadolu'daki pek çok kentin dilinde olsa da Antakya'nın dilinde daha gerçekçi durmaktadır.
Şu "marka il" lafını sevmiyorum. Marka olmak için gereken şartları sağlamaya yönelik adımları atmadan "marka olmak" mümkün değil. Fakat neredeyse her kent, bunu diline dolamış durumda.
Aslında temel sıkıntı aynı; "benden ne köy olur ne kasaba fakat ben il olmak istiyorum" öykünmesi...
Antakya'nın marka il olma şansı, inanç turizmi üzerinden pekala mümkün görünüyor.
Hele ki, vizesiz ekonomi sahasının merkezindeki konumu, Amik Ovası avantajı ve çoğu keşfedilmemiş tarihi hazineleri, bu "marka il" bahtının gerçekleşme ihtimalini artırıyor.
Her şey, Antakyalının, bu vizyonu "sürdürülebilir" kılacak yönetimi seçme becerilerine, yıkıcı rekabeti yapıcı işbirliğine dönüştürme gayretlerine ve bence "zamana" bağlı.
Gördüğüm şu; Antakya, "yavaş yavaş acele etmesi gereken" bir kent!..