Sermayeyi "tek patron" kılan eski anlayışta "kâr odaklılığı" esastı ve olan biten; finansal sonuçlardan ibaretti. Küresel krizden önce, bu bize yetiyordu. Yeni anlayış düzlemlerinde; kârı sürdürülebilir kılmak için, topluma, insanı yüceltmeye, sosyal sorumluluklara, çevreye ve etik değerlere de önem vermeye mecbur olduğumuzu kavradık.
Bugünkü başarılı şirketlerin mayasında "değerlerle yönetilen" anlayış yatıyorsa, bu değerler manzumesini; özelde ve kamuda nasıl oluşturmalıyız?
Aslında bu soruların cevabı uzun süredir aranıyor.
OECD yaklaşımı, kamu harcamalarını azaltarak işe başlama yönünde... Ancak harcamalar kısılıp, ödemeler azalınca, kamu çalışanları, dışarıda iş bulmaya zorlanmış oluyor. İnsanlar kendilerine gerçek değerlerinin altında ödeme yapılınca, kendini güvensiz hissediyor.
Bugün hükümetlerin çok daha vatandaş odaklı olması için birçok ülkede kamu yönetimi reformu yapılıyor ve bu da daha etik bir yönetim anlayışını beraberinde getiriyor. Şeffaf, daha otonom ve hesap verebilirlik ilkeleri, ister istemez etik bir çerçeve oluşturuyor.
Kamunun yeni birimleri kendi yönetim standartlarını belirlerken, geleneksel kamu sektörü kültürü ve algısı da giderek yok oluyor; "KİT arpalıkları, güç kirlenmesi, rüşvet, irtikap, vs..."
Kamu sektörü özel sektörün içinde olduğu ticari işlemlerle de yakından ilgili. Bazen de kamunun özel sektörle rekabete girmesi söz konusu oluyor veya özel sektörle ortaklığa gidiliyor. Yeni yaklaşım; Kamu Özel Ortaklığı (Public Private Partnership) yönünde. Ancak bu durumu; "ahlaksızlıkta işbirliği" gibi algılayanlarımız var.
Bazı memurlarımızın, kamu kaynaklarını özel bankada tutma karşılığı promosyon rüşveti alıyor olması, 1990'larda kalması gereken öykülerdi. Şimdi kamu ile özel sektör ortak iş yapıyorsa; bu gibi kirliliklerin, şeffaf yapılar, hesap verebilir sistemler ve bilişim sayesinde "imkânsız" hale getirilmesi gerekiyor.
Kamu ile özel sektör işbirliğini; "ahlaksızlık" paydasına değil, etik iş odağına oturtmak zorundayız.