Halka arzın çok sade ve net bir tanımı var; "hisse senetlerinin çok sayıda ve önceden bilinmeyen yatırımcılara çağrı ve ilan yoluyla satışı."
Bu sayede bir yandan sermaye tabana yayılırken şirketler finansman ihtiyacını karşılıyor, borsa ortamında oluşan değer, ekonomiye ivme ve derinlik kazandırıyor.
Çeyrek asırlık geçmişiyle genç borsamız, kendinden beklenen bu işlevleri ne kadar yerine getirebildi? En genci 100 yıllık civar borsalara bakınca, "yapabildiklerimiz bu kadar" diyebiliriz. Fakat genç borsamızın da tüm paydaşlarıyla bir anlayış farklılaşmasına gitme zamanı geldi.
Küresel krizin ardından büyüme sürecindeki bir ekonomi var. Şirketlerimizin halka açılma iştah ve ihtiyacı her geçen gün artıyor. Sermaye piyasalarımızda derinlik talebi had safhada ve İstanbul'un finans merkezi yapma konusunda iddialıyız.
Ancak borsamız da artık, bütün paydaşlarıyla birlikte, "çocukluk hastalıklarını" geride bırakmak zorunda.
Borsadaki şirket sayısı kadar bu şirketlerin kalitesini de artırmalı.
Küçük yatırımcıyı "yolunacak kaz" gibi görenleri tasfiye etmeli.
İşlem hacminin yarısını, iki elin parmakları kadar şirketin oluşturması dönemini geride kalmalı.
Kendi kâğıtlarıyla oynayan şirketlerin elini yakma zamanı geldi.
Bir avuç spekülatör İMKB'yi artık "Veliefendi Hipodromu" gibi kullanamamalı.
İçeriden ticaret, "keriz silkeleme" gibi kötü alışkanlıklar engellenmeli.
Tıpkı bankaların ona emanet edilen parayı "ziyadeleştirmesi" gibi, Borsa'nın da halka arz ile şirketlere emanet ettiği paranın "şeffaflık" ve "hesap verebilirlik" ilkelerine uygun çalıştırılması şart!
Borsada şirket var, para var, giderek artan ilgi de var.
Ancak bunların yanı sıra "güveni" yeniden tesis edemez isek, hem yatırımcıya hem borsaya hem de ekonomiye ihanet etmiş olacağız.
Çok sayıda ve önceden bilinmeyen yatırımcılar ile Borsa'yı derinleştirecek isek, halka arz rüzgârına kapılıp güveni ıskalamayalım.