Yıllardan beri dünya ve Türkiye örneklerine bakıyorum. Gördüğüm, sürdürülebilir yerel kalkınmanın, 3'lü bir sacayak üzerine oturduğudur: 1- Tarihi ve kültürel miras, 2- Doğal kaynaklar, 3- Yerel kabiliyetler...
Bu üçünü bir araya getirenlerin, iklim ve ekonomi şartlarından bağımsız olarak "var olageldiği" ve bulundukları coğrafyada fark yaratabildikleri göze çarpıyor.
Aras Kargo'nun Çekül Vakfı işbirliğinde Seferihisar'daki fidan dikim törenindeyiz.
Yönetim Kurulu Başkanı Evrim Aras, 12 hektarlık alanda yangına dayanıklı fıstık çamı, kara ve mavi servi, mantar menekşesi, palamut meşesi ve yalancı akasya türünden 12 bin fidesini dikerek "Yeşile Hayat, Hayata yeşil" kampanyasını sürdürdüklerini söylüyor.
3 yıldır süren bu kampanyada Aras Kargo, Seferihisar'ı, bu sosyal sorumluluk kampanyalarının 4'üncü ayağı olarak seçmiş. Gerekçe; Seferihisar'ın ormanlarının yanmış olması ve ülkemizdeki ilk ve tek "Cittaslow" unvanını elde etmesi.
Seferihisar; 4 bin yıllık bir tarihe sahip. Turizm ve tarım kabiliyetine haiz. Markalaşmış mandalinası, jeo-termal enerjisi var.
Peki nedir bu Cittaslow?
İtalyanca citta (şehir) ve İngilizce slow (yavaş) kelimelerinin oluşturulmuş; "sakin şehir" anlamında kullanılıyor.
Şehirlerin hangi alanlarda önemli ve özel olduklarını düşünmeleri ve bu özelliklerini korumak için strateji geliştirmelerini anlatıyor.
Öteden beri savunduğum, "tarihi-kültürel mirası, doğal kaynak ve yerel kabiliyetlerle buluşturma" tanımı...
Şehrin dokusunun, renginin, müziğinin ve hikayesinin uyum içinde, şehir sakinlerinin ve ziyaretçilerinin zevk alabilecekleri bir hızda yaşanması...
Cittaslow Ağı, küreselleşmenin şehirlerin dokusunu, sakinlerini ve yaşam tarzını standartlaştırmasını ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasını engellemek için Slow Food hareketinden ortaya çıkmış bir kentler birliğini tanımlıyor. Küreselleşmenin yarattığı homojen mekanlardan biri olmak istemeyen, yerel kimliğini ve özelliklerini koruyarak dünya sahnesinde yer almak isteyen kasabaların ve kentlerin katıldığı bir birlik.
Belediye Başkanı M. Tunç Soyer; "slow" ve "yavaş" algısından ziyade "dingin ve sakin" kavramlarının daha iyi bir anlatım olacağını savunuyor.
Teknolojiyi iyi kullanıp, çevreyle dost ve hayatı pürtelâş değil, sindirerek ve hissederek yaşıyorsanız, "Cittaslow hemşeri" oluyorsunuz.
Çekül Vakfı Başkanı Metin Sözen, doğayla insan arasındaki bağın dengesini kurmada çevre ve kültür mirasına vurgu yaparken, Cittaslow'un kriterlerini, bir başka açıdan yorumluyor; "doğa ve kültürle varız."
Kentlerin yalnızca yerelde değil, ulusal ve küresel boyutta kendilerine rekabet avantajı yaratabilmesine, Seferihisar başarılı bir örnek oluşturuyor.
Belediye Başkanı Soyer'in bizzat yürüttüğü "yerel kalkınma projeleri", yakında bu kentimizin, diğerleri için "rol model" olacağı umudunu taşıyor. Soyer, belediye binasında her köye bir oda tahsis ederek, burada kendi üretimlerini gelip pazarlama imkanı oluşturmuş. Çin veya Japon malı yerine, "evinde ne üretiyorsan, onu sat" mantığından yola çıkılmış. Bu sayede kadınlar, tıpkı "mikro kredi" gibi bir gelir mekanizmasına sahip olmuşlar.
Cittaslow; arabaya binmeyi yasaklamak, teknolojiye karşı çıkmak, daha yavaş yemek, geriye gitmek ve eskide yaşamak değildir.
3.'cü nesli geri giden yegâne ilimiz İzmir'in ilçesi olmak, Seferihisar için paradoks gibi bir şey.
Bana göre Seferihisar; bütün bu tanımların ötesinde; tarihi-kültürel mirasını, doğal kaynakları ve yerel kabiliyetleriyle birleştirme projesidir.
Geçen hafta Urfa için; "peygamberler şehrinde ören yeri bekçiliği" tespiti ile kente önerdiğim "var olagelme modeli" için Seferihisar, mükemmel bir örnek oluşturuyor.
Yerel inisiyatiflerin, bir diğerini taklit etmek yerine Seferihisar'daki gibi kendi tarihi ve kültürel mirasını, doğal kaynakları ve yerel kabiliyetlerini belirleme zamanı gelmedi mi?
Bu gibi "uygarlığı geleceğe taşıma" projeleri, her ilde artık var ettiğimiz üniversitelerimize ev ödevi olmaz mı?