İşbaşı yaptığı gün Başkan Obama'nın söylediği " Amerika'yı yeniden yaratmalıyız " cümlesi, kriz sonrası ülkeyi taşıyacağı yer konusunda ilginç ilhamlar barındırıyor. Bizler " teğet geçti, geçmedi " tartışmasıyla, " öldük bittik mahvolduk " yakarışları arasında tepkisel alana sıkışmış iken zaten dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD; bir sonraki adımı, yarından tanımlıyor: "
Kriz başladığında daha az verimli değildik. Zihinlerimiz daha az yaratıcı değildi, yetkinliklerimiz hâlâ yerli yerinde ." Hal böyle iken bizim ufkumuz, gerileyen sanayi üretimi ve patlayan işsizlikle kararıveriyor. Sanırsın ki sonraki adımda ülkeyi felaket bekliyor.
Felaket tellalı olmasak bile bu tutum, hesapsız harcamalarımızla çelişiyor.
Krizin yöneteni ve yönetileni arasındaki farka daha yakından bakınca Obama'nın kendi yurttaşına verdiği yön, ilginç hal alıyor: "Bugünden itibaren artık ayağa kalkmalı, üstümüzdeki tozları silkelemeli ve Amerika'yı yeniden yaratma çalışmasına başlamalıyız." Şu anda işsizliğin tavan yaptığı ortamda hepimiz yeni iş yaratmanın zaruretine kilitlendik. Fakat yeni iş yaratmak, sanıldığı kadar kolay değil; "
Her gördüğümüz köşede yapılacak işler var. Ekonomimizin içinde olduğu durum her yerden müdahale edilmeyi gerektiriyor. Yeni işler yaratmak değil, aynı zamanda büyümenin temelini oluşturmak durumundayız ."
Büyümenin temelini yeniden oluşturmayınca, her küçülme, bir yıkım, her gerileme milyonlarca iş kaybı anlamına geliyor.
"Yeniden köprüler, otoyollar inşa etmeliyiz. Dijital hatlarımızı genişletmeli ve birbirimizi bize bağlayan ticari hatları kuvvetlendirmeliyiz. Bilimsel çalışmalarımızı getirmeli ve teknolojimizin bu güne kadar yarattığı muhteşem icatlara aynı kararlılıkla devam etmeli ve yenilerini getirmeliyiz."
Son olarak ülkeyi krizden çekip çıkaracak yeni bir ruh söz konusu; "Toprağımızı ekmeli, fabrikalarımızın çarklarını çalıştırmalı, okullarımıza öğrencilerimizi gönderip yeni çağın beklentilerini karşılayabilecek ulusumuzun en önemli mensupları olan gençlerimizi eğitmeye devam etmeliyiz. Bu yolda her çaba mubah olacaktır." Şimdi soru şu: Gelecek ufku çizerken mevcut şartların kirlettiği algı dahilinde mi çözüm arayacağız yoksa " yeni normal "in getirdiği dünyanın dinamiklerine mi odaklanacağız?
Aslında mevcut sistemimiz, kriz sonrasına yönelik her türlü atılımı kaldıracak durumda. Şükür ki bedelini ödeyerek edindiğimiz bir mali disiplinimiz var. Şükür ki kalite kavramını içselleştirdik.
Fakat sırada yenilikçilik, ölçek, kurumsallaşma gibi hayati adımlar var. Sorun şu ki bunu kim yapacak? Daha doğrusu buna ilk olarak kim cesaret edecek?
Belli ki büyümeyi duvara toslatan mevcut sistem, " zenginliği yaygınlaştırarak " sürdürebileceğimizi gösterdi.
Gerçi 15 trilyon dolarlık maliyete rağmen bu durumu kabul edemiyoruz. Dün Japon Başbakan'ın 3 yılda 2 milyon yeni iş yaratma vaadini dinledik. Bunun için gereken cüretkâr reformlarını sıralarken kültürel zenginliğe referans vermesi hayli ilginçti. Tam da bu noktada yeni başkanının yukarıdaki sözlerine rağmen adımlarını hâlâ " eski normal "e göre atan ABD, 1 trilyon dolarlık yeni paketi, "işe yarayacak mı?" tedirginliğiyle duyuruyor.
Fakat Japonya, ABD başkanını, halkından daha can kulağıyla dinlemiş gibi görünüyor. Yeni işler yaratmanın ancak ve ancak " büyümeyi yeniden düşünmek " ile mümkün olacağının farkına varmışlar.
Amacım Japonya'ya övgüler düzmek değil, daha cesur hamleleri yapabilecek enerjimize dikkat çekmek... Basit gelebilir ama Doğu Anadolu Bölgesi öğrencilerinden TÜBİTAK'ın yarışmasında finale kalan 60 projeyi inceledim. Öğrenciler projelerini Van temsilciliğine teslim etmiş, finale katılacak 14'ünün tespitini bekliyorlar.
Çoğu, hayatı kolaylaştıran ve yeni yaşam tarzlarına çözümler getiren projeler... Kaç kişinin aklına, bunları incelemek, bazılarına destek vermek geçiyor dersiniz?
Büyümenin temelini yeniden oluşturacak isek zaten bizde var olan yerel kaynaklar ve kendi kabiliyet alanlarımızı devreye alma zamanı gelmedi mi?