12 Ocak 2000'de verilen karar, bugün İmralı ile yürütülen görüşmelerin ilham kaynağıdır. O tarihte koalisyon hükümetini oluşturan DSP, MHP ve ANAP'ın genel başkanları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Öcalan hakkındaki kesinleşmiş idam cezasının infazının ertelenmesine ilişkin tedbir kararını ele almış ve Türkiye'nin yüksek menfaatlerini gözeterek bu karara uyacaklarını açıklamışlardı.
Öcalan'ın ölüsünden elde edilecek fayda ile dirisinden yararlanmak suretiyle elde edilecek faydanın ölçülmesi idi söz konusu olan. Devlet aklı, gerektiğinde kullanmak üzere Öcalan'ı yedeklemişti.
Kaldı ki PKK terörünün, etnik Kürt milliyetçiliği ile birleştiği döneme dek, bölgede denenmeyen yöntem de kalmamıştı.
Sıkıyönetim, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, faili meçhuller... Ret, inkâr ve asimilasyon politikaları...
Şimdi, on üç yıl öncesinden kalan bir enstrümanın değerlendirilmesi girişiminden söz ediyoruz.
***
Tabii bu arada güncel olarak dikkat çekici bir nokta da BDP sözcülerinin son günlerde dile getirdiği, "
Kürtlere saldırı" söylemi. Ve bu iddia üzerinden kemikleştirilmeye çalışılan "
Kürt milliyetçiliği"...
Milliyetçilik aslında "
kentli nüfus ideolojisidir." Halihazırda PKK çizgisinde buluşan Kürt kökenli vatandaşlardaki keskin duruşun arkasında, Türkiye'nin terörle mücadele geçmişindeki hataların payı vardır.
Köyü yakılan, büyükşehirlerin varoşlarında toplanan yüz binlerce insan, zorlu güvenlik şartları ve örgütün dayatması ile zaman içinde "
Kürtçü" olmuş, Türkiye ile gönül bağlarını koparmıştır. BDP'li vekiller ve PKK'lı aktörler de iyi bilmektedir ki silahların sustuğu, kan dökülmesinin durduğu ortamda sadece siyaset konuşacaktır.
Siyasette rekabet sorunu yaşayacağı belli olan da BDP-PKK eksenidir. Bu eksen, ısrarla "
ezilen, dışlanan, saldırıya uğrayan Kürt" imajı çizmeye çabalamaktadır.
Bir anlamda Türkiye'nin zencileri gibi sunulan "
mazlum- mağdur Kürt" kimliği ile yeni bir cephe oluşturulmaktadır. Çözüm sürecinin netice vermesi halinde militanlar ve sempatizanlar dışındaki Kürt nüfusun ezici çoğunluğunun demokratik soluklanmaya yöneleceği aşikârdır. İşte o büyük buluşmaya set çekilmek istenmektedir.
***
Başbakan
Tayyip Erdoğan'ın, "
Ayaklarımın altına aldım" dediği milliyetçiliğe gelince... Bu sözlerin, ırkçılığa ve ayrımcılığa dayanan milliyetçilik türevleri olarak algılanması gerektiği bizzat Başbakan tarafından ifade edildi. O çıkış bir yönüyle, din kardeşliği bağlamında Kürt nüfusun Türkiye Cumhuriyeti ile aidiyetini pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Ama aynı zamanda kendisini Türk ve milliyetçi hissedenlerin, "
Peki, biz neyiz o zaman?" sorusu da "
kimlik bunalımı" riski nedeni ile ciddiye alınmalıdır. Burada, milliyetçiliğin Anadolu'da olgunlaştırdığı tanım büyük şanstır. Bu, "
Vatan ve millet sevgisi, İstiklal Marşı ve ezana duyarlılık" ortak paydasıdır. Vatandaşları birbirine bağlayan dört taşıyıcı unsurla kimsenin meselesi yoktur. Nitekim İstiklal Marşı'nda bile "
Türk" vurgusu yoktur.
Mehmet Akif, "
Milletten, yurttan ve parlayan yıldızdan" söz ederek, bugüne ilişkin çatıyı belirlemiştir.