İki olay arasında bağ kurulmasını gerektirecek ilginç benzerlikler dikkati çekiyor... Bir yanda hafızalarda tazeliğini koruyan bir örnek var... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Kayıp trilyon" davasından yargılanmasını hedefleyen ve sonradan deşifre edilen 2007-2010 yılları arasındaki örgü...
Diğer yanda ise sıcaklığı süren bir başka örnek söz konusu. Özel yasal düzenlemeye rağmen MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı yargılama sürecine katmaya dönük arayışlar...
***
Son günlerde Ankara'da, MİT Müsteşarı için yargı kapısının aralanabileceği ve bu hususun Danıştay'da hükme bağlanacağı tezi işleniyor. Deniliyor ki...
"İdare'nin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır!"
İdari makamların
"eylemsizlik hali" de bir kararı ifade eder. Ve prensip olarak
"Ret" cevabı olarak yorumlanır. O idari otoritenin duruşu, savcının izin yazısının üzerinden 60 gün geçtikten sonra aynen korunuyorsa dahi dosya Danıştay'a gidebilir. Bir başka deyişle İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın, MİT Yasası'ndaki değişikliğe rağmen, Fidan ve eski MİT görevlileri hakkında
"soruşturma izni" talebi orada öylece duramaz. Mutlaka idari yargıda değerlendirilir ve adli yargıda neticelendirilir.
Başbakanlık'taki genel hava kuşkusuz bundan çok farklı. O noktadaki siyasi kararlılık zaten biliniyor. Memurların yargılanma usullerini düzenleyen yasadaki
"idari işlem" kavramı ile Başbakan'ın üst idari makam olarak bu olayda sergilediği tutumun örtüşmediği savunuluyor. Yani, Başbakan tasarrufta bulunmadıkça savcının yazısının askıda bekleyeceği ve Danıştay'a taşınamayacağı fikri muhafaza ediliyor.
***
Meselenin,
"süreç benzeşmesi" boyutuna gelince...
Cumhurbaşkanı Gül'ü, beraat ettiği davada ısrarla sanık haline getirmeyi amaçlayan girişim, hiç ilgisi olmayan bir vatandaşın başvurusu ile nitelik değiştirmişti. Beraat kararı Sincan'da kaldırılmış, Köşk açıklama yapmış, derken kanun yararına bozma yoluyla dosya Yargıtay'da ele alınmış ve
"yargılanamaz" kararı kesinleşmişti.
Şimdi,
"MİT Müsteşarı'nın ifadesini alacağım; hatta yargılayacağım" diyen irade Danıştay'a başvurmasa bile mevcut sürece şu veya bu şekilde müdahil olan
"sürpriz bir vatandaş" bunu yaparsa ne olacak? Tıpkı Gül örneğinde olduğu gibi Fidan örneğinde de
"çetrefil hukuki süreç" başlarsa ne yapılacak?
***
Demem o ki...
KCK yapılanması ve Uludere faciası bağlantılı
"derin hesaplaşma" hâlâ devam ediyor. MİT Müsteşarı'na ve Genelkurmay'a yönelikmiş gibi gözüken, özünde hükümeti vurmayı öngören planın icra edildiği bugün çok açık. Oysa gerek KCK gerekse Uludere kovuşturması mecrasında ilerliyor. Yargı her iki hassas konuyu, gizlilik sınırlarını da gözeterek titizlikle değerlendiriyor. Bırakalım yargı, tarafsız ve bağımsızca işini neticelendirsin.
Ülkenin bekasına dokunan alanlarda şayet siyasi sorumlu aranıyorsa faturayı vatandaş sandıkta kessin. Endişeye ve aceleye mahal yok. Zira Türk siyasi tarihi ibret verici şu iki gerçeği hep teyit ediyor:
1- Vatandaşın tereddüdü olan dosya er veya geç açılıyor.
2- Siyasetçiye güven duyulmuyorsa o gidiyor, yerine gelen diğeri, eski hesabı kapatıyor!
Sözün özü...
Vatandaşın sağduyusu demokrasilerin barometresidir. Farklı saiklerle kendi davasını güdenler de biliyor ki, o mühim olayların kamu vicdanındaki karşılığı ve sandıktaki ağırlığı nihai yargı kararıdır!