Her şeyin anası sayılabilecek Yön başta olmak üzere, 1970'lerin sol dergilerini açıp bakanlar birkaç şeyi hayretle görecektir. Mesela Atatürk adı o dergilerde geçmez. Geçerse de tek tüktür. Mustafa Kemal diye anılır. Mesela, Atatürk'ün bir tek kare olsun sivil giyimli resmi o dergilerde basılmaz. Bütün görüntülerinde Mustafa Kemal asker üniforması içindedir.
Çoğunda da kalpaklıdır.
Görüntülerinin birçoğu Lenin'in görüntüleriyle birlikte yayınlanmıştır.
Her ikisi de kalpaklıdır.
Bu Mustafa Kemal Paşa resimleri sonradan büyütülüp afiş halinde evlere, işyerlerine asılmıştır.
O yıllarda (1961- 1980 arası) kimsenin Atatürk'ten söz ettiğini duymadım. Mustafa Kemal denirdi. Sonradan ulusalcılar, başını Attila İlhan'ın çektiği biçimde ve nereden çıktığı anlaşılmaz şekilde, Gazi demeye başladılar.
Tamam, unvanıdır, kendi çağında çok kullanılmıştır, kendisi de imzasını öyle atmıştır ama uzun bir unutuşun ardından 1990'ların ikinci yarısında yeniden dolaşıma sokulmuştur.
Gene Atatürk işin içinde yoktur.
Tüm bunları şu sıralarda hayli yaygınlaşmış bir tartışma bağlamında hatırladım: "Başbakan Erdoğan Atatürk demiyor..." tartışması bağlamında. Evet, demiyor!
Başbakan Erdoğan'ın çeşitli konuşmalarında 1. Meclis'e, Kurtuluş Savaşı'na yaptığı atıflardan o dönemi ve o dönemin önderliğini benimsediği sır değil. Kendisini o dönemle özdeşleştiriyor ve Alp Arslan'dan, Fatih'ten ve Mustafa Kemal'den bu çizgi üstünde söz ediyor. Kendi ideolojik planında benimsediği doğrultu bu olsa ve gerekçesi böyle şekillense bile Erdoğan'ın tutumu bunlarla sınırlı değil.
Beni de daha fazla ilgilendiren işin öteki yanı.
O da cuma günkü yazımda Ahmet Kaya'yı söz konusu ederek vurguladığım hususun şimdi bu alanda da öne çıkmasıdır; yani, Erdoğan'ın sürdürdüğü çok dikkatli politikayla ve geliştirdiği kapsamlı popülist yaklaşımla daha önce Türkiye'deki siyasetin farklı kanatlarınca kullanılan ve benimsenen sembolleri teker teker o kanatların elinden alıp kendi tabanına mal etmesidir. Nasıl solun elinde, tekelinde bulunan Ahmet Kaya'yı, 12 Eylül öncesinde idama gönderilenleri, Kürdistan kavramını içselleştirdi ve tabanına benimsettiyse şimdi de Mustafa Kemal kavramını solun, hem de "devrimci solun" uhdesinden koparıp kendi bünyesine aşılıyor. Öyle
değil mi? Yıllar yılı anti- emperyalizm çerçevesi ve zemininde sürdürülen bir tartışma sol- ulusal- sol çevrelerin elinde kaldı. Taha Akyol'un Ama Hangi Atatürk isimli kitabında gösterdiği üzere solun Mustafa Kemal'i Kurtuluş Savaşı yıllarının "taktisyen" Mustafa Kemal'iyle sınırlıydı. O yıllarda anti- emperyalist yaklaşım içinde bulunan ve Rusya ile o ölüm kalım savaşında kendi komünist partisini kurdurtacak kadar ileri ilişkilere giren Mustafa Kemal savaştan sonra 1930'ların koşullarında bambaşka bir çizgiye kaymıştı ama sol Mustafa Kemal diyerek sürekli biçimde o döneme atıfta bulunuyor, onu kendisine eksen alıyordu.
O mantık içinde tutarlı bir yaklaşımdı. Şimdi,
Erdoğan benzeri bir yaklaşım içinde Mustafa Kemal diyerek ve Atatürk demeyerek tam da o niteliklere ve koşullara vurgu yapıyor ve benzeri bir muhakemeyi kendi tabanına yaygınlaştırıyor. Böyle olmasa AK Parti tabanının, Atatürk- Mustafa Kemal ayrımından haberi olabilir mi, o taban baştan beri böyle bir tercihin içindedir denebilir mi?
Tam tersine o kavramlara hemhal olmuş CHP ve muhafazakâr çevreler bu tutum karşısında şaşırıp sadece "Erdoğan, Atatürk demiyor..." saptamasından öteye gidemiyor. CHP tabanı bir boşluğa daha düşüyor.
Siyaset sembollerle yapılır. Daha başarılı siyasetçi popülizmi ve sembolleri daha iyi kullanan siyasetçidir. Bu ideolojik olmaya engel değildir. Erdoğan'ı ve AK Parti'yi bu açıdan değerlendirmek gerekir. Ama bu yaklaşımın getirdiği büyük bir "yapı söküş/ yapı sökme" faaliyeti olduğunu da en az bir o kadar hatırlamak şartıyla...
Evet, bunlar da var; ama düşününce...