Günlerdir, gece ve gündüz, Taksim meydanına gidip geliyorum. Oradaki gençler, 40 yıldır bu tür işlere tanık olmuş birisi sıfatıyla söyleyeyim, beni bile hayrete düşüren medeni davranışlar, olumlu yaklaşımlar sergiliyor. Mesela duvarlara yazı yazılmış. Ama bir özel mülkiyetin sınırına gelince herkes durmuş. Tek bir harf, tek bir leke yok o duvarlarda. On binlerce insanın yer aldığı meydanda tek bir çöp bulunmuyor. Kandil gecesi tek yudum içki içilmedi. Müthiş bir sıcaklık ve dayanışma, müthiş bir öz denetim var. Tekrar ediyorum, o insanların, bu kadar korumasız, neredeyse çıplak bunca insanın, kafasındaki düşünce ve onu siyasallaştırmaktan başka çabası olmayan bunca insanın üstüne gazla, bombayla, suyla gitmek akıl almaz bir körlük olur. Hükümetin bundan sonra bunu yapmayacağını umuyorum.
Buradan hareketle şu iki noktayı belirteyim.
***
Taksim Meydanı şu anda
fiili bir durum. Ana soru bundan sonra ne olacağı? O kitlenin oradan ne zaman dağılacağı. Bu sorunun yanıtının soyut bir şekilde "
tatmin edici cevap gelince" olduğu belli. Böyle bir cevap iki tarafı da bir zıtlaşmaya götürecek. Oysa ben daha farklı bir noktadan hareket ederek sorunun çözülebileceği kanısındayım.
Meydan, soyut manada kendi haline bırakılmalı ve sürecekse sürmeli.
Devlet ve yönetim Taksim'i kabul etmeli. Bu, "
agonizmacı demokrasi" anlayışının gereğidir. Agonizma,
Antik Yunan'da
güreşmek demek. Bildiğimiz güreşmek.
Güreş çok önemli bir kavram. Bir
rakibe ihtiyaç duyuyor. Rakibin mevcudiyetini zorunlu kılıyor. Rakibi şu ya da bu yoldan ortadan kaldırmamak gerekiyor. (Öyle olsa bile başka bir rakip gelebilir.) Mutlak bir sonucu yok. Kazanabilir de insan yitirebilir de. Önemli olan
eşit koşullarda, belli
kurallar içinde yarışmaktır. Bir
ölüm-kalım, yok etme süreci değildir. Diğeri, "
antagonizmadır", yani
çatışmacı/vuruşmacı yaklaşımdır. Yok edicidir.
Demokrasi, hatta siyaset agonizmadır, antagonizma değil, güreşmektir, yok etmek değil. Antagonizma anti-demokrasidir.
Türkiye, diğer meydanları da düşünülünce,
antagonistik bir tutumu benimsemiş görünüyor. Oysa siyaset,
Taksim'i ve diğer meydanları kabullenerek, onları mevcudiyetleri zaruri bir rakip olarak görmek suretiyle, bu
agonizmacı/ güreşmeci demokrasinin kapısını aralamalıdır.
Oranın boşaltılması, eylemin bitmesi kavgayla, bombayla, gazla, suyla değil, müzakereyle olmalıdır. Zor kullanımı yani
tecebbür değil,
ikna ana yöntem olmalıdır.
***
Sonra şu var:
Meydan(lar)dan bahsediyoruz.
Meydan yani
agora,
antik Yunan'dan beri, siyasetin
temel mekânıdır. Siyaset evin içinde yapılmasına yapılır veya bir düşünsel edim de olabilir. Ama onlar başka boyutlarıdır siyasetin.
Politika, gene Antik Yunan'dan bu yana "
yurttaşla/ vatandaşla/ kent(lilik)le ilgili" (politicos), olmak anlamına gelen bu edim
özneler arası yani
insanlar, yurttaşlar arası bir süreçtir. Bunun ana mekânı da
agoradır/ meydandır. Hele hele modern siyaset büsbütün o meydandaki sürekli etkileşime dayandığından
diyalojiktir. Çünkü siyaset teklikle oluşmaz, ikilikle, çoklukla oluşur.
Şimdi
Taksim Meydanı ve diğer meydanlar tam da böyle bir anlam ifade ediyor. Bu meydanlar mevcut siyasete karşı bir
muhalefet, bir tepki sergiliyor. Hiçbir iktidar bundan hoşlanmaz. Bu doğaldır. Güreşmenin bir şartıdır. Siyasetin ta kendisidir bu. İktidarın yapması gereken bu meydanları yok etmek, kahretmek değil, bunu bir
pozitif rakip olarak görmek, bir
diyalog kurmak suretiyle bu süreci sonuçlandırmaktır. Taksim'i kabul edelim. Siyaset taksimattır.