Muhteşem Yüzyıl konusunda Başbakan Erdoğan'ın sözleri enine boyuna irdelendi. O çıkışı herkes kendi meşrebince yorumladı. Eğer "mahkemeleri göreve davet ediyorum" demeseydi Başbakan, zaten iş bu derecede büyümeyecekti. Şimdi iktidarın bu hamleyi daha fazla sürdürmeyeceği açık.
***
Konuyu ele alanlar arasında benim ilgimi çok farklı bir değerlendirme çekti. Buna göre Türkiye halkı özün- de
muhafazakârmış. Bu durum bazı ölçümlerle saptanmış. Söz konusu çevre televizyon yayın anlayışından Başbakana ve diğer ilgililere yakınıyor, kanalların mevcut durumdan "
arındırılmasını" talep ediyormuş. Başbakanın adımı bu yöndeki taleplere bir cevapmış.
Böyle bir yorumun üstüne bina ederek Başbakanın açıklamalarını meşrulaştırmaya gerek olmadığı açık. Çünkü bir toplumda insanların televizyon kanallarını kendi inançları, inanışları, ideolojileri yönünde yayın yapmıyor diye Başbakana şikâyet etme hakkı yok. Başbakanın ve/ya siyasal iktidarın kanallara bu şekilde müdahale etme yetkisi bulunmuyor çünkü. Hiçbir iktidar hele özel kanallara, belli bazı
ahlaki kısıtlamalar dışında, müdahale edemez. Bilhassa bugün hiç. Herkesin elinde dünyanın en demokratik aygıtı olan
uzaktan kumanda var. Dileyen dilediğini izler. Aksi halde müdahaleye açık, kontrole muhtaç, yönetilmeye mahkûm bir toplum telakkisi, erginleşmemiş bir toplum söz konusudur ki, vahim olan budur.
***
İşin bu yanı böyle. Bunu, hele bugünkü
demokrasi anlayışı muvacehesinde daha fazla tartışmayı ben kendi payıma gereksiz buluyorum. Ama buradan yola çıkarak bir başka konuya değinmek istiyorum:
Türkiye toplumunun muhafazakârlığı "söylencesi"
"Söylencesi" demekle birlikte kabul ediyorum ki bu toplum büyük kısmı itibariyle muhafazakârdır. Fakat bu muhafazakârlığın niteliklerini çok yazdım. Bizde mesela Avrupa'dakine benzer bir tutuculuğun olmayacağını çok belirttim. O muhafazakârlığı
aristokrasi ve sınıfsal farklar yarattı. Bizde ise bu ayrım hiç olmadı. Tersine biz
sınıf atlamayı ve ona bağlı
bilcümle inkârı fiili olarak, had safhada yaşıyoruz. İleri gidip şunu belirteyim: eğer bu türden bir dönüşüm rahatlığı olmasaydı,
muhafazakâr iktidarımız da olmazdı.
Muhafazakârlık bizde bir tutam
geleneksel hiyerarşiler ve
ahlaki bazı kabullerdir ama geniş ölçüde de
dinselliktir. Adıyla,
İslam ve Müslümanlıktır. Daha öte bir muhafazakârlık mevcut değildir. Bu çerçeve, muhafazakâr denen insanların izolasyonist ve atomistik bir tutum içine girmesini engellediği gibi onları toplumsal bütünün büyük tercih ve kabullerinden uzaklaştırmaz. Öyle olduğu içindir ki, açın her gece televizyonu, tipoloji olarak
muhafazakâr diyebileceğimiz,
mütedeyyin diyebileceğimiz, hatta
mutaassıp diyebileceğimiz kadınların nasıl eğlendiğine bakın. Karşısında neredeyse çırılçıplak oynayan kadınla o da oynuyor, ne olduğu anlaşılamayan zenne ve köçekle eğleniyor. O bakımdan bu insanların
Muhteşem Yüzyıl'dan ya da başka bir şeyden rahatsızlık duyduğuna ben inanmıyorum. Duyan hiç yoktur demem ama onun da ne yapması gerektiği belli.
Homojen, üniform bir toplum aramadığımıza göre bu kadarı yeter...