CHP yeni bir kurultaya gidiyor. Bu kurultay da kendi ifadeleriyle CHP'nin bitmez tükenmez "yenileşme ve dönüşme" arayışının bir parçası ve bizatihi bu sürecin, bu çabanın kendisi bana ilginç geliyor, çünkü kendi içinde çok önemli bir çelişkiyi barındırıyor. Herhalde siyasal tarihimizde hiçbir parti CHP kadar "dönüşmek ve yenileşmek" istememiştir. Yenilikçi olduğunu söyleyen bu partinin yenileşme ihtiyacının ne olduğunu öncelikle kendisi anlamıyor. O nedenle arıyor fakat bulamıyor. Buna CHP paradoksu demek ve üstünde düşünmek gerek.
***
Aslına bakılırsa, doğrudur, CHP bu Türk modernleşmesi denen uzun yolculuğun oluşturduğu bir bünye. Üstünden zaman geçtikçe daha iyi anlaşılıyor ki, CHP, açık bir şekilde
İttihat ve Terakki tarafından yerleştirilmiş, çok klasik modernleştirici muhakeme ve metodun kişisel bir tercih etrafında yeniden kurulmasıyla oluşmuştur. Kişisel tercihte bulunan
Mustafa Kemal Paşa'dır ve tercih de
otoriter bir modernleşmedir.
Bu minval üzere CHP
pasif bir modernleşmeyi tercih etti, politikanın askıya alındığı ve demokrasinin söz konusu olmadığı
otoriter bir ortamda
Batılılaşmayı kendisine hedef seçti. Zihniyet değişikliğini kafi ve zaruri gördü. Sorun da o noktada başladı. Çünkü
politikayı yani halkı devre dışı bırakan derin bir çelişkiye düşmüştü. Çünkü CHP siyasetinin özü, ona tarihsel meşruluğunu sağlayan imkân
egemenlikti, egemenliğin halkta olduğu iddiasıydı. Şimdi politikayı işlevsiz bırakan CHP, halkın egemenliğini elinden alıyordu. Bu durumda nasıl modernleşmekten söz edecek, meşruiyetini nasıl sağlayacaktı?
Bu kısıtlamayla malul parti gene iki hamleyle kendisini rehabilite ederek bugüne kadar geldi. İlki
1946'da
çok partili hayata geçip,
1950'de
iktidarı seçim kazanan partiye devretmesi, ikincisi
1960'ın ortasından başlayan ve
1970'lere sarkan bir biçimde, bütün eksiklerine, yalan ve yanlışlarına rağmen
sol ve halkçı bir üslup tutturmasıydı.
***
Fakat tarih de şişede durduğu gibi durmuyor.
Panta rei: her şey akıyor,
Herakleitos'un dediği gibi. Modern dönemler içinde her defasında kanadında iyi kötü bir uçuş gücü yakalayan bu parti
1980 sonrasında ve bilhassa
1993 sonrasında yani son 20 yılda değişen koşulların hiçbirini algılayamadı. Yakalayamadı. Kendisini onlara uyarlayamadı. Tersine o halka rağmen ve halk dışı siyaseti yeniden benimsedi. O zaman işte bir daha o
CHP paradoksunu yaşadı:
sürekli olarak değişim diyor, yenileşme diyor ama her defasında daha eski bir siyasetin, hiç değilse değişmez siyasetinin kalıbı içinde donup kalıyor.
Değişen ve değiştiren bir siyaset değişmekten söz eder mi? Halbuki CHP'nin ağzından düşmeyen bu. Fakat kimse bunun nasıl bir çelişki olduğunu itiraf etmiyor. Nedeni çok basit: CHP, ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın henüz
Kemalizmle ve militarizmle ne yüzleşti ne hesaplaştı.
Bu mutlaka reddi miras manasında bir radikalizm olmak zorunda değil. Yeter ki, Kemalizmin
asker tarafından üretilmiş, yapay, darbe sonrası ideolojileri olduğunu anlayıp, dışına çıkabilsin. Kendisinin o darbelere verdiği desteğin yanlışlığını anlasın, itiraf etsin. Militer Kemalizmle, hele onun 1930'lardan kalmış
otoriter ve anakronik temel önermelerini sosyal demokrasiyle falan özdeşleştirmeye çalışmasın. Yenileşerek eskiyen bir parti olmasın.
O zaman CHP paradoksunu belki aşabilir, yani değişebilir.