Dün son ana kadar, itiraf edeyim ki, her şeye rağmen heyecanla, acaba bir değişiklik olur ve PM'ye alacağı isimlerle CHP sola kayar mı diye bekledim fakat sonuç benim açımdan bir hüsrandı.
Tam tersine, bu köşenin âdeti olduğu üzere, vermeyeceğim bazı isimler hatırlanırsa parti Kemalist, apolitik, bürokratik isimlerle, Genel Başkan'ın konuşmasında, bu çizgiyi reddetmesine rağmen, buluştu. Böylece Baykal-Sav dönemi kapanır ve o yanıyla CHP "yenilenirken", özünde, temel doğrultusunda aynı kaldı. Benim metaforumla Baykal döneminin sert ve radikal laikçi-Kemalist-modernist partisi yani katı Güven Partisi bu terimlerin veya "ılımlı" içeriğiyle bütünleşen yumuşak Güven Partisi'ne dönüştü. Kurultayın sembolizması bile bunu yansıtıyordu. İki noktaya değinerek izah edeyim görüşlerimi.
Birincisi, Kılıçdaroğlu'nun konuşması.
Doğrudur, bu köşede, sol bir parti yoksulluk, sömürü, baskı, eşitsizlik gibi kavramları dile getirmelidir diye ısrarla yazdım. Sözlerimin parti içi mekanizmalarda bu kadar ciddiye alınacağını bilseydim başka şeyler de söylerdim. Şaka bir yana, Kılıçdaroğlu konuşmasını bu kavramlar üstüne bina etti. Bu yerindedir ama ölümcül bir detayı atlamamak şartıyla.
Bir sol partide ekonomik, toplumsal, hatta kültürel konuların üstüne gidersiniz.
Ama bunları ya bir teknisyen üslup ve yaklaşımıyla yaparsınız ya ideolojik bir yöntem ve anlayışla. Kılıçdaroğlu, Türkiye'yi son 25 yılda sallamış temel konuların hiçbirisine değinmediği o konuşmasında, tepeden tırnağa bir teknokrat üslubu benimsedi. Kürt, Alevi, kimlik, demokrasi, AB gibi konularda zülfüyare dokunan bir tek sözcük etmedi. Bu olacak şey değildir ve herhalde CHP'ye ufuk açmayacaktır.
İkincisi herkesin başka bir anlayışla yorumladığı Gürsel Tekin hadisesidir. İki kurultayda da PM seçimlerinde en düşük oyu o aldı. Bunu doğuran ve doğrudan Tekin'den kaynaklanan nedenler olabilir. Benim yorumum farklı. Parti tabanı hâlâ o kadar Kemalist ve laikçidir ki, Tekin'in zamanında üç beş türbanlı, çarşaflı kadına rozet takmış olmasını affetmemektedir. Onu hâlâ partinin, neresiyse orası, başka bir çizgiye kaydırılmasındaki büyük tehlike olarak yorumluyor. Ona mukabil değerli Binnaz Toprak hocanın gene PM'ye alınması neyin ne olduğunu yeteri kadar açıklamıyor mu? CHP "endişeli modernler"le özdeşleşeceğini açık açık ilan etti.
Öte yanda şu "3. Yol" safsatası var. Bu, CHP'nin Kürt konusunda hiçbir şey söylemeyeceğini söylediği bir retoriktir. Oysa Türkiye tam da kurultay döneminde harıl harıl "resmi dil-ikinci dil" konusunu tartışıyor ve Kürt konusu iyice harlamış durumda. Bu artık salt bir Kürt/lük meselesi değildir. Ulus devletin tekçi söylemine karşı geliştirilebilecek, çoğulcu, radikal, kozmopolitan bir demokrasi anlayışı bakımından büyük bir imkândır.
Ama böylesi bir zeminde bile CHP eline geçen tüm fırsatları hovardaca harcamaktadır.
Gene de şunu söyleyeyim. Baykal, son Stalin'di. Gitti. Bir dönem kapandı. Bu CHP'nin, hele parti içi demokrasi konusunda dediklerini yaparsa, belirli bir düzeyde yenilenmesi için bir dönemeçtir. Umarız onu başarır.
Türkiye'nin gerçek bir sosyal demokratik parti arayışı ve umudu ise ayakta ve boşluktadır.
Yani, CHP kapısını hep içe açıyor, hiç dışa değil, diyelim.
NOT: Geçen hafta internet sitelerinde ve bazı basın organlarında tarihçi Prof. Cemil Koçak Atatürk hakkında söylemediği sözlerle karalanmak istendi. Kendisi bunu şiddetle tekzip etti. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon soruşturmaları öncesinde çok sistemli olarak sürdürülen bu tür kampanyalar uzun bir aradan sonra yeniden canlandırılıyor. Onca değerli çalışmayla düşünceleri dile getirmiş Koçak'ın benim kendisi hakkında ayrıca bir açıklama yapmama ihtiyacı yok. Ama Sabancı Üniversitesi'nde "Modern Türkiye'nin Kuruluşu" derslerini 10 yıl boyunca birlikte verdiğim ve neler anlattığını çok iyi bildiğim için böyle bir açıklamayı gerekli gördüm. Bunu ucuz enformasyonun gerçek bilgiyi gölgelemesine bir tepki diye de okuyabilirsiniz.