Geçen hafta çok tepki, eleştiri, katkı ve yorum aldığım "Türkiye'de neler oluyor" başlıklı üç yazımın özü şuydu: toplumsal değişim artık siyasal yapıyı doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle homojen, önceden belirlenmiş ideolojilere göre hareket eden bir toplumdan, bireysel iradenin, somut çıkarların tayin ettiği siyasal bir yapıya geçiyoruz diyordum. Bu bakımdan 1990'lara hâkim olan kimlik politikaları bile farklılaşıyor. İslamcılar ve Kürtler arasında bu durum kendini çok açık bir biçimde gösteriyor.
Buraya eklenen diğer iki unsurdan söz edeyim ki, referandum döneminin siyasal tahlilinde herhangi bir eksik kalmasın.
Bana göre CHP ve MHP de bu dönemde payına düşeni aldı ama CHP tabii çok daha büyük bir mesele. Onu erteleyerek biraz MHP üstünde durmak istiyorum.
Gözlemlerim doğruysa önümüzdeki seçimlerde MHP büyük bir düşüş yaşayacak. Her şeyden önce iki buçuk parti üstüne oturmuş bir siyasal yapıda bizim buçuk MHP gereğinden fazla büyük. Neredeyse başlı başına bir iktidar partisi konumunda. Nitekim bir dönemde iktidar oldu da.
Ne var ki, onlar Türkiye'nin 1970'lere çok benzeyen karanlık 1990'lı yıllarıydı. Henüz RP-FP-AK Parti üstünde biçimlenen yerel yönetimler büyük kentlere akan göçer nüfusu yeterince kontrol edemiyordu. Boşlukta kalan bu kitleler, sahipsizliğin verdiği arayışla iki partiye taban teşkil etti: DSP ve MHP.
Zamanla bu kitleler kendi karakterlerini kazandıkça ve bu şahsiyet ekonomik-sosyal bir bünye meydana getirdikçe hem DSP'den hem de MHP'den uzaklaştı. Doğal, hatta kaçınılmaz. Çünkü MHP'de yer almanın tek unsuru olan radikal milliyetçi söylem, onu kışkırtan Kürt hareketi bambaşka bir mecraya dökülmüştü. Zaman zaman Kürt hareketinin şiddet üretmesi karşısında bu partinin kımıldadığını gördüysek de bunu artık siyasal bir belirleyici saymak imkânı yok. MHP, önce kitlelerin toplumsal konum kazanmasıyla sonra demokratikleşmenin gelişmesiyle eriyor.
Niye böyle oldu sorusunun bir tek yanıtı var. Biraz tehlikeli, biraz rahatsız edici ama önemli bir yanıt bu.
Bugün Türkiye'de hâkim olan bir tek ideolojiden söz edilebilir: kurulu düzenden yana ve ona karşıt olmak. Bunu daha siyasal terimlerle söylersem en geniş ve genel anlamda militarist ve demokratik ideolojiler arasındaki zıtlaşmadır bu.
MHP'yi eriten şey, bu ayrışma hattında sistemden-kurulu düzenden yana olmasıdır. Militarizmi şöyle veya böyle benimsemesidir. Gerçi MHP gibi bir partinin tabanından gerçekten demokratik bir refleks beklemek zor hatta imkânsızdır ama daha önce din ekseninde kopmuş olan kesimlere bu defa yeni gruplar ekleniyor. 12 Eylül metaforu çerçevesinde, kullanıldığını düşünen ve kullananlara karşı çıkma fırsatını değerlendirmek isteyen kitleler genel merkezin kararını reddediyor. Onun da ötesinde sadece somut birkaç sloganı bağırmakla hiçbir yere varılmayacağını gören bu kitleler çok daha farklı ama somut ve yaşamsal bir arayışla diğer iki partiye yöneliyor. Daha az oranda CHP'ye, daha geniş oranda AK Parti'ye.
Geleceğe dair bir program ve projesi olmayan, kitlesini bulunduğu yerde tutmak isteyen ve bunu çok feodal ve ataerkil bir anlayış içinde yapan bir parti muhafazakârlığın bile demokrasiyle buluştuğu bir dönemde, feodalitenin varoş düzeyindeki izlerinin bile yavaş yavaş silindiği bir ortamda daha fazla ne yapabilirdi, ne yapabilir? Çözülecekti, çözülüyor. İyi de oluyor. Böylece Türkiye reel sorunlar etrafında reel politikalar üreten bir siyaset anlayışına bir adım daha yaklaşıyor.
MHP'nin seçim barajının düşürülmesi için herkesten daha istekli olması bence yararınadır.