Daha Kozmik Oda aramaları başladığında yaşananları küçük çaplı bir "devrim" olarak nitelendirmiştim. Belki fazla abartmamak gerekiyordu ama gene de Meclis Araştırma Komisyonu çağrısına uymayan ve ifade vermeye gitmeyen emekli orgenerallerden, bugüne gelmek önemliydi. Bu Türkiye'deki demokratik bilinç ve iradenin bir göstergesi değilse hiçbir şey değildir.
Şimdi ondan daha ileri bir adımı Orgeneral Başbuğ attı ve "darbe sözünden hicap duyuyorum" dedi.
Modern tarihi darbelerle örülmüş bir ordunun en üst rütbe ve makamındaki kişi olarak Orgeneral Başbuğ'un açıklaması sadece olağanüstü derecede önemli değil aynı zamanda bugüne kadar nasıl gelindiği yolundaki görüşümüzün de bir kanıtı niteliğinde. Baştan beri sürdürdüğüm muhakeme ve yoruma göre ordu üst düzeyinin ve bahusus Genelkurmay Başkanı'nın doğrudan destek ve katkısı olmasaydı ne Ergenekon bugünkü konumuna erişebilirdi, ne de Kozmik Oda aramaları gerçekleştirilebilirdi.
Peki, ne oluyor?
Öyle anlaşılıyor ki, orduda bir dönüşüm söz konusudur. 1998 sonrasında ve Taraf'ın yayınladığı belgelerin ortaya çıkardığı gibi 2002, 2003'e kadar fiili darbe girişimleri, arayışları ordu içinde kol gezmiş, örgütlenmiş. Söz konusu hareketlerin orduya hâkim olan belli bir kuşağın siyaset ve demokrasi anlayışından kaynaklandığı açık. O zihniyetin daha ayrıntılı bir tahlili Özden Örnek'in günlüklerinin tahlilinden çıkarılabilir. Ama ben ABD'ye karşı Avrasya metaforu diyen ordu komutanlarını hatırlatarak bu zihniyeti tanımlamayı yeğliyorum ki, son belgelerde gene bu kavrayışın ağır izini görmek mümkün.
Askerin 1998 ve sonrasında darbe arayışının birkaç temeli daha vardı.
Türkiye'de ordu ve asker NATO ve Soğuk Savaş mantığı içinde hazırlanmıştı. 1950'den beri devam eden bu model Batıda 1989'la birlikte değişmiş fakat Türkiye'de uygulanamamıştı. Ana nedeni devam eden PKK terörüne karşı verilen savaştı. O savaş 90'lı yıllar boyunca orduyu sadece gündelik politikanın içinde tutmakla kalmamış, toplumsal olarak da benimsenen, gözünün içine bakılan bir kuruma dönüştürmüştü. Ayrıca çöken bir siyaset ortamı içinde ordu, örgütlü, disiplinli, ciddi ve politika üreten bir kurum olarak sözü etkileme gücüne sahipti.
O sırada aynı gerekçelerle, yani halkın siyaset rantiyesi bir sınıfı tasfiye etmek arzusunun sonunda ortaya çıkan AK Parti iktidarı ordunun o hâkim ve "şahin" kanadının tepkisini topladı. Çünkü o kanat dünyadaki değişimi anlamıştı. Hâlâ konvansiyonel zihniyet, sistem ve taktikle devam ediyordu. Yanlıştı ama yanlış ordunun genel ve tarihsel mantığının, muhakemesinin bir uzantısıydı. Bu anlayışın son halkası Orgeneral Büyükanıt'ın 27 Nisan muhtırasıdır.
Ne var ki, iktidarın AB yönündeki iradesi ve demokratikleşme doğrultusundaki ısrarı, 2007 seçimlerinde halkın gösterdiği demokratik tepki, ordu kadrolarındaki değişim, PKK karşısında elde edilen kazanımlar ve bilhassa ABD'de ortaya çıkan yeni dönem, şimdi Orgeneral Başbuğ'un uzun süredir devam ettirdiği demokratik çizgiyi somutlaştırıp katılaştırıyor. Buna bir şey daha eklemek gerekiyor: Türkiye'nin Ortadoğu ve genel olarak dış politikada sürdürdüğü yeni anlayış orduyla iktidar arasında farklı ittifakların oluşmasına yol açmış görünüyor.
Türkiye şimdi çok ciddi bir yol ayrımında. "Millet-i müselleha" (silahlı millet) kavramından demokratik bir devlete dönüşmenin sıkıntısını çekiyor. Bu dönüşüm ordu eksenli modernleşmeden siyaset eksenli modernleşmeye geçiştir. Başbuğ'un sözleri bir sisteme dönüştürülebilirse Türkiye 60 yıllık demokratikleşme çabasında çok büyük bir yol kat edebilir. Bugünkü sıkıntının özeti budur. Ve buradaki kritik eşik dönüşümün öncüsünün siyaset olmasıdır. Yani ordu kadar siyasetin de kendisini dönüştürmesine dönük bir büyük ihtiyaçla karşı karşıyayız bugün.
Görenler bakanlardan farklıdır.